GDO: Bir Hareket Çağrısı...
Mehmet EFE
“Tiranlığınızdan korkmam
Asla umutsuz olmam
Çünkü bir tohumum var
Bir küçük canlı tohum
Onu koruyacağım
ve tekrar ekeceğim.”
― Anonim Filistin Şiiri / “Tohum Saklayanlar”
“Biyokorsanlık, biyolojik hırsızlık!
Doğamızın bitkilerini toplayıp tekellerine alarak çıkarları için
patentleyen şirketlerin yaptığı budur.”
― Vandana Shiva / Gıda Aktivisti, “Stolen Harvest” (“Çalınmış Ekin”) kitabı yazarı.
“İnsanlardan öylesi var ki, dünya hayatı hakkındaki görüşleri senin hoşuna gider;
(dahası) kalbindekilere Allah’ı şahit tutar, (oysa) O, düşmanların en azılısıdır.
İş başına geçince (eline güç geçirdiğinde) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak,
ekini ve nesli helak etmek için koşar.” ― Kur’an / Bakara Suresi:204-205
Bu çalışmada önce “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” yani GDO konusunda tarih, süreç ve bugünkü durum hakkında bir özetleme yapmaya çalışacak, sonra da test edilmiş, başarısı ispatlanmış bir mücadele yöntemine davet edeceğim. Bu çalışma, bir kaç nesil sonra sonuçları netleşecek GDO’lu gıdanın sağlık etkilerini tartışmak amacında değildir. Sorunun sadece yediklerimiz değil hayatımızın tüm ihtiyaç maddeleri üzerindeki kapitalist terör olduğunu gözden kaçırmadan, esas olarak GDO’nun aslında hepimizin temel beslenme kaynakları üzerinde kurulan tekelleşme boyutuna dikkat çekmek istedim. Yani GDO’lu ürünlerin tüketiminden ziyade, GDO (İngilizcesi GMO) üretimi ve tüylerimizi diken diken etmesi gereken yayılma hızı üzerine yoğunlaşmaya çalıştım. Bir akademisyen olmadığım gibi araştırmalarıyla hayatını kazanan bir gazeteci bile değilim ama burada verdiğim tüm bilgileri güvenebileceğim kaynaklardan aldım. Yazı uzun sayılır ama ben emek verip yazdım, siz de bir zahmet okuyun.
Okumak, öğrenmek isteyenler için, konuyla ilgili kaynak eksiği yok aslında. Eksik olan dikkat ve duyarlılık.
GDO: Doğal Hayatı Patentlemek…
Aydınlanma ile Tanrı’yı terkeden bir hayat mühendisliği sürecine giren modern bilim, yapabileceği her şeyi yapmayı bir ahlak haline getirdi. Allah’ın herkese yeteceği şekilde hizmetimize sunduğu dünyadaki sefalet, açlık, savaş, zulüm ve insan ürünü akılalmaz dehşetlerden; dünyaya egemen bilimin, (“yapmalı mıyız?” sorusu yerine, “yapabilir miyiz?” sorusunu esas alan bilimin) sorumlu olmadığını kim iddia edebilir?
Halka satılmaya başlayan ve bozulmadan uzun süre satışta kalan ilk Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) olan domatesler, batıda marketlerin domates raflarına dizildiğinde yıl 1996’ydı. Aynı yıl, resmi rakamlarla GDO’lu ekim alanı 1.7 Milyon hektara tekabül ediyordu. Bu rakam sonraki 10 yıl içinde 125 Milyon hektara çıktı. Bu yıl 175 milyon hektarı geçti. Kuzeyi ve güneyiyle tüm Amerika kıtasının tüm tarım alanlarının hemen hemen tamamı GDO’lu ekimin işgali altında. Yani 2013 sonu itibariyle, resmi rakamlara göre, dünyada ekilebilen toprağın yaklaşık 1.8 milyon kilometre karesine GDO’lu ekim yapılıyordu. Yani tüm Türkiye’nin yüzölçümünün 2 katından fazlası!
Geçen 20 yılda batı ülkelerinde biyo-teknoloji konulu bir endüstriyel patlama yaşandı. Beraberinde de küçük şirketleri satın alıp büyüyen uluslararası gıda şirketleri doğdu. Globalize edilen sadece pop müzik, giyim kuşam, moda ya da kozmetik değildi; beslenme kaynakları ve gıda üzerinde de yerli olanı öldüren global bir düzen kuruluyordu.
Bu şirketlerin GDO çalışmalarına ayırdıkları dehşetengiz bütçelerin arkasında şu temel güdüler var: İnsanların temel ihtiyaç maddelerinin üretimini kontrol altına almak, fiyat ve maliyetleri kontrol etmek, en ucuza mal edip, uzun mesafelere transfer edilerek, en pahalıya en düşük riskte satılabilecek bir gıda piyasası düzeni kurmak, daha çok kazanmak için daha çok satmak, daha çok tükettirmek ve kamu kontrolüne kapalı bir ticaret egemenliği kurmak. Sağlık, ihtiyaçların karşılanması, lezzet, kalite, çeşitlilik değil; sadece ve sadece kârın ‘kapitalizasyon’u yani.
Son yirmi yılda türleri tükenen sadece binlerce hayvan olmadı. Tohum çeşitliliği yok edilirken temel tohumlar dev gıda şirketlerince toplanıp patentlendi. Evet patentlendi!
Hayatın ve yaratılışın şirketlerin icadı haline getirilmesinin akıl almazlığı bir yana, hiçbir hukuk ve ahlak sistemi böyle bir hırsızlığa hazır değildi.
Gıda ve biyoteknoloji şirketleri önce ABD yasaları nezdinde, sonra da dünyada doğadaki bir canlıyı alıp genetiğinde küçük bir değişiklik yaparak bu canlıyı kendi icatları diye patentlemeyi başardı. Dünya Ticaret Örgütü’nün Global Fikri Mülkiyet ve Patent Yasaları ve Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Hakları (TRIPs) kısmına yapılan genişletmeler, bu şirketlere diledikleri patent özgürlüğünü ve baskı muşruiyetini sağladı. (Türkiye bu konuda hala devam eden tartışmalarda neden yok acaba?)
MONSANTO:
Gıdamızı zehirler…
Toprağımızı tüketir…
Çiftçilerimizi iflas ettirir…
Devletimizi yozlaştırır…
Gıda güvencemizi yasaklar…
KÂR ve GÜÇ İÇİN.
ÖRGÜTLEN ve DİREN. GIDA SİSTEMİNİ İŞGAL ET.
Dünya Ticaret Örgütü’nün Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Hakları (TRIPs) yasasının 27.3(b) sayılı maddesinin tercümesi yaklaşık olarak şöyle: “Mikro organizmalar, temel olarak bitki ve hayvanların üretilmesi sürecinde kullanılan biyolojik veya non-biyolojik materyal veya yöntemler dışında, taraflar, patent edilebilir bitki ve hayvanları, patent edilebilirlikten hariç tutabilirler. Ne var ki bitki çeşitliliğini korumak için patent veya etkili bir kendine özgü (“sui generis”) sistem veya bunların kombinasyonu bir sistem sunmalıdırlar.” Organizma patenti sahiplerinin çiftçiler arasında bedava tohum değişimini bile yasaklamayı talep etmelerini sağlayan bu madde, 1999’dan beri revize edilmesi için tartışılan fakat gıda devlerinin süreci etkili bir şekilde kilitlediği bir madde.
Amerika’dan Çin’e ve Hindistan’a; her gün kimi aymazlık, kimi ekonomik baskı, kimi hırs ve sorumsuzluktan doğmuş yeni bir yasa; tohumları tescil ettirmeyi, tohumları tekelleştiren şirketlerin finanse ettiği laboratuvarlarda test ettirmeyi zorunlu hale getirirken, tescilli ve patentli tohumlar yegane beslenme kaynağımız haline getiriliyor. Genetik bulaşıcılık (evet bulaşıcı bir hastalık bu: GDO’lu polenleri, kuşların gagalarında seyahat eden tohumları düşünün) tüm dünyada yüzlerce değişik beslenme bitkisini yok ederken, beslenme olanaklarımızı gıda tekellerinin kontrol ettiği belli sayıdaki tohumlara indirgiyor.
ABD’de bir kaç yıl önce 80’den fazla çiftçi, Monsanto şirketinin kendilerine açtığı patent hırsızlığı davalarını düşürmesi için Adalet Bakanlığına başvurdu. Çünkü avukat ordusuyla küçük çiftçilere patent hırsızlığı davaları açan Monsanto, o çiftçilerin tohumlarına bulaşıp onları değiştiren genetik değişikliğin doğaya sokulmasının da sorumlusuydu.
Wikileaks ile sızdırılan devlet sırları arasında, dikkatlerden kaçan belgelerden bazıları da ABD devletinin tarım işbirliği anlaşmaları altında, biyoteknoloji ve gıda şirketlerinin piyasasını genişletmek için Afrika, Hindistan ve Pakistan’da GDO ekimleri için devletlere uyguladığı çeşitli baskılar ile ilgiliydi. (Yeri gelmişken bir merakımı da yazayım: GDO’lu bitkilerin çiçeklerine konan arıların kitlesel ölümü tüm dünyada tartışılırken, tartışma bir bıçak gibi nasıl kesildi sizce?)
Yakın geçmişe kadar dünyanın mısır, pamuk ve keten beşiği olan Hindistan pamuk tohumlarını kaybetti, mısır çeşitlerinin %80’i yok edildi ve bugün bir iddiaya göre her üç dakikada bir, tohum ve yem fiyatlarıyla baş edemeyip borç batağına itilmiş Hintli bir çiftçi intihar ediyor.
GDO Lideri Monsanto: ‘Değiştir, patentle, yerleştir’.
Dünyanın en büyük gıda ve tohum tekeli, GDO şeytanı diye ünlenen Monsanto için yaygın bilinen motto şudur: “Modify, patent, replace” (Doğadakini alıp değiştir, patentle, doğadakinin yerini al.). İsrail ve Türkiye’de de çok aktif olan Monsanto, 2013 sonunda, tarım verileri toplayan ‘İklim’ data şirketini 1 Milyar dolara satın aldı. Onlarca yıldır tarım arazileri ve iklim şartları konusunda data toplayan şirketin tüm verilerini ele geçiren Monsanto bununla ne yapacak dersiniz?
“MONSANTO: Kapitalist Hırsın Şeytan Tohumu”
26 Mart 2013’te Obama, tüm ülkenin gündemi Eşcinsellere Evlilik Hakkını tartışmakla meşgulken, “Monsanto’yu koruma kanunu” olarak ünlenen (HR 933 Provision) kanunu imzaladı. Mahkemelerin GDO’lu ekim yapmayı engelleyabilecek kararlar almasını yasaklayan kanun teklifini hazırlayanlar arasında Monsanto’dan maaş alanlar vardı. Son 15 yılda ABD senatosunda görev almış 15 senatör aynı zamanda görevden önce ve sonra Monsanto şirketinde çeşitli birimlerde yönetici veya danışman olarak çalıştılar. Dünya tohum piyasasının %30’una yakınını kontrol eden Monsanto’nun 2014 net satış rakamları 16 Milyar dolara yakın oldu. Tohumdan sonra en çok sattığı şey Roundup Ready marka tarım ilaçları serisi. Türkiye’de en çok kullanılan tarım ilacının markasını tahmin ediniz.
Ayyuka çıkan baskılar sonucu ilaçlarının her türlü geleneksel önleme dirençli süper ayrık otları ürettiğini resmen kabul eden Monsanto’nun önerdiği çözüm, genetik mühendislikle üretilmiş GDO tohum ekimini çeşitlendirmek ve daha çok tarım ilacı sıkmak. Zamanla düzelirmiş. 2008 finans krizinden sorulu bankaların, “Biz Tanrı’nın işini yapıyoruz” açıklaması gibi. Bu tarım ilaçlarının başta otizm olmak üzere sayısız kronik hastalığa yol açtıkları da ayyuka çıkmaya başladı:
Monsanto tarım ilaçlarının yolaçabileceği kronik hastalıklar
Son 50 yılda kontrol edilemez ve sürdürülemez bir düzeye gelen Kapitalist üretim ve dayattığı tüketim kültürü sadece esnaflar ve zanaatkarları öldürüp yerlerine dev şirket zincirleri kurmadı dünyamızda. Dünyamızın, bütün insanlığa ait olan tahıl, sebze ve meyve tohumlarını yok edip patentli ve sadece kendilerinin üretebildiği tohumlarla değiştiren dev gıda şirketleri, biyolojik ve ekolojik bir yıkımın üzerine tarihte eşi benzeri görülmemiş global bir kölelik düzeni inşa ediyorlar. (Yeri gelmişken, dünyanın en zengini olan 85 kişinin serveti, en yoksulu 3 BUÇUK MİLYAR İNSANIN -dünyanın yarısı- toplam servetine denk. Yani bugün, sadece 85 kişi, bir otobüse sığacak sayıda insan, tüm dünyadaki servetin yarısına sahip. Resmi rakamlarla, dünyada her gün ortalama 60 bin insan açlıktan ölüyor. Gerçekten oluyor bu. Aynı düzen Türkiye’de de vaki. Bu düzen tesadüf değil.)
Monsanto ürünleri açısından insanlığın evrimi.
Rakamların anlamsızlaştığı dünya…
175 milyon hektarlık bir tarım alanı, genetiği biyoteknoloji laboratuvarlarında insan eliyle değiştirilen, doğanın tüm kanunlarını ihlal eden ve hayatımızın temel taşlarına saldıran dev bir laboratuvara dönüştürülmüş durumda. Dahası, bu saldırı, yediğimiz içtiğimiz herşeyi başta Monsanto olmak üzere, Syngenta, Bayer, Du Pont ve Dow gibi 3-5 global şirketin tekeline terketmektedir. Bu şirketler sadece tüm dünyanın beslenme kaynaklarını, rızkımızı tekellerine almakla yetinmiyorlar; hayatımızın temel taşlarını değiştiren, toprağı ve tüm gelecek nesilleri tedavisi binlerce yıl alabilecek ve riskleri bilinmez bir katliama tabi tutuyorlar.
GDO Globalizasyon Haritası. Detaylar için tıklayın.
2013 itibariyle ve resmi rakamlarla toplamı 175.2 milyon hektara varan tarım alanlarında GDOlu tarım yapılıyor. Başta gelen GDOlu ürünler: Soya, mısır, başta domates biber olarak tüm temel sebzeler; muz, papaya, erik, üzüm, portakal gibi popüler meyveler; pirinç, patates, pamuk (pamuk yağı) vb …
Ekim alanı dağılımı ve oranları (milyon hektar): ABD (70.1 Million hektar), Brezilya (40.3),Arjantin (24.4), Hindistan (11.0), Kanada (10.8) ve Çin (4.2). En kısa sürede en hızlı GDO ekimine katılan ülkelerin başında Brezilya geldi. 2011’den 2013’e 36.7 milyon hektardan 40.3 milyon hektara. Hindistan’da, GDO’lu pamuk üretimi 11 milyon hektara çıktı. Bu rakam Hindistan’ın tüm pamuk üretiminin %95’ine tekabül ediyor! Son 20 yılda, ilk kez 2013 yılında yeni bir ülke ilk kez GDO ekimine başlamadı.
GDO Ekim Trendi. “Gelişmiş” ülkelerde trend aşağıya dönerken, “geliştirilecek” ülkelerde yükselişe geçti! GDO işgalinin global büyüme hızı tüyler ürpertici…
ABD’de resmi ve çeşitli sivil çabalarla son 10 yılda tutulan kayıtların gösterdiği tabloya bakıp ürpermemek mümkün değildir. Amerika’da marketlerde satılan tüm gıda ürünlerinin %60’ı, tüm paketlenmiş ürünlerin %80’i ya tamamen GDO’lu ya da GDO’lu katkı maddeleri içeriyor.
Tatlandırıcı, hayvan yemleri, hatta endüstriyel uygulamalarda kullanılan Mısırın ABD’de tüm üretiminin %88’i GDO’ludur. Tüm dünyada üretilen soyanın %70’i GDO’lu tohumlardan üretiliyor.
Dünyada özellikle hazır / proses edilmiş hemen hemen tüm gıda ürünlerinde protein yerine kullanılan ve hayvanlara yedirilen hemen tüm yemlere katılan soya, %93 oranında GDO’ludur. Tüm dünyada üretilen GDO’lu soyanın %90’ı, hayvan besini ve yemlerde kullanılıyor. Büyük baş hayvanların %52’si büyüme hormonuyla aşılanıyor. Pamuk tohumu: %94, Papaya: %75, Kanola: %90, Şeker pancarı: %50…
Buğday da domates gibi ilk değiştirilen tahıllardanken neyse ki insan bünyesinin GDO’lu buğdaya direnci, yaygınlaşmasını engellemiştir. Genetik çalışmalar hızla sürdürülürken mantar temelli hastalığa dayanıklı olacağı iddiasıyla üretilen bir tür için Amerika ve Avrupa’da 400 küsur ekim testi yapıldı.
Şu anda resmi verilere bakarak, tüm dünyada 35 ayrı balık türü genetik olarak değiştirilmektedir. 2010’da AquaBounty adlı bir şirket ABD tarım bakanlığına genetiği değiştirilip patentlenmiş bir somon balığı türünü piyasaya sürmek için onay başvurusunda bulundu. Balıkların ürememesi için kısırlaştırıldığını iddia eden şirketin balıklarının %30 oranında kısır olmadıkları ve doğadaki somon balığının soyunu tüketebilecekleri ortaya çıktı. (Türkiye’de “İsrail Sazanı” olarak bilinen ve girdiği göllerde tüm diğer balık çeşitlerinin soyunu tüketen dirençli balığı hatırlayın.)
Sadece 10 şirketin kontrol ettiği markalara bakın lütfen…
Sadece 10 uluslararası şirket, tüm dünyanın tohum piyasasının %73’üne sahip. (Bu oran 1995’te %35 idi). Bu şirketlerin hepsi şu anda 200’ün üzerinde tahıl ve bitki gibi besin kaynaklarının patentlenmiş GDO’lu tohumunu üretip satıyorlar. Monsanto, tek başına dünya tohum piyasasının %30’a yakınını ve GDO’lu tarım alanlarının da en büyük payını kontrol ediyor. Yine 10 şirket, 44 Milyar Dolar değerindeki tüm dünya böcek ilacı piyasasının %90’ına sahip! 10 şirket tüm dünyada satılan hayvan ilaçlarının %76’sına sahip. 10 hayvan yemi şirketi tüm dünya yeminin %52’sine sahip. 10 kimyasal madde şirketi dünyada kimyasal madde piyasasının %40’ına sahip. 10 orman ürünleri şirketi, dünya ormancılığının %40’ına sahip. 10 maden şirketi, tüm dünya madenciliğinin 3’te 1’ine sahip. 10 enerji şirketi, tüm dünya enerji üretiminin %25’ine sahip. Farklı endüstrilerde tekeller kuran bu şirketler, birden çok endüstrinin de sahibi olabilirken, endüstriler arasında da atlamalar yapıp ortaklıklar kurabiliyor. Örneğin dünyanın en büyük ikinci tohum şirketi olan Du Pont, aynı zamanda dünyanın en büyük 6. kimyasal madde şirketi, 6. en büyük böcek ilacı şirketi, en büyük biyoteknoloji ve biyoyakıt şirketlerinden biri ve dünyanın en büyük 3. petrol şirketi BP’nin ortağı. Du Pont, Statoil , DSM, Exxon, Mitsubishi, Monsanto veChevron gibi şirketler elbirliğiyle petrolün bittiği zamanlara hazırlık için dünyadaki deniz yosunu, balık, büyük göller, denizler ve okyanuslardaki doğal deposzitoları gibi biyo-yakıt kaynaklarını yağmalamakla meşguller.
12 Eylül’den beri sistematik bir baskıyla dayatılan ve AkP Hükumetinin zirveye çıkardığı özelleştirme politikalarının ülkemizin yararına olduğuna inanan kaldı mı? Türkiye’de özelleştirilen her kamu servisi, hizmeti ve alanının er yada geç bu uluslararası şirketlerden birinin kontrolüne geçeceğinden hiç şüpheniz olmasın!
Genetik Emperyalizm…
GDO üreten laboratuvarlar ve araştırma merkezleri sadece gıdayla uğraşmıyorlar. Başta insan olmak üzere, yeryüzündeki tüm canlıların genetiğini harıl harıl kataloglamakla meşguller.
Dünyadaki tüm canlıların ve o canlıları canlı tutan hemen hemen herşeyin DNA’sını yani hayatın temel taşlarını değiştirip ortaya çıkan sonuçları da patentleyen şirketlerin ve biyo-teknoloji laboratuvarlarının ellerine geçirdikleri gücün tehlikesini vurgulamak için bir örnek vereyim:
Teorik olarak, belli bir ülkenin veya belli bir ırkın beslenme kaynaklarına küçük genetik değişiklikler yaparak, bu şirketler, o ülkenin bir sonraki insan neslinin uyumlu, emir dinleyen, itiraz etmeyen bir kitleye dönüşmesini sağlayabilirler. Diledikleri ülkeyi gıda fiyatlarıyla açlık ve kaosa mahkum edebilirler. Dünyanın belli bir bölgesinde yaşayanları sistematik olarak kısırlaştırabilirler. Herhangi bir insan grubunu belli bir hastalığa açık ve dirençsiz hale getirebilirler… (Burada Bolivya Lideri Evo Morales’in, ülkesine “tavuk yemeyin kısır kalırsınız” çağrısında bulunmak zorunda kalışını hatırlamakta yarar var. Aynı şekilde 2012’de, Peru Devleti’nin, resmen Monsanto, Bayer, Dow gibi şirketleri ve tüm GMO/GDO ürünlerini gelecek 10 yıl için yasakladığını da.)
Genetiği en çok değiştirilen yiyecekler ve global oranları.
GDO’lu Yeni Türkiye…
12 yıldır ülkemizin kamu iradesi emanet edilen Ak Parti’nin bu konuda halktan ve hayatın ‘muhafaza’sından yana, geleceğin sorumluluğunu taşıyan, insanlarımızın temel sağlığını önemseyen herhangi bir önemli politikası olmadığı gibi, inşaat ihaleleri verdiği şirketlerin hormonlu ve GDO’lu gıda, GDO’lu tahıl, yem, işlenmiş gıdalar, gıda katkı maddeleri, ilaçlar, mayalar, aşılar, süs bitkileri, hatta tohum ithalini de teşvik ediyor. (Dünyanın en büyük palmiye katili ve Endonezya’nın ekolojik ve biyolojik yıkımından sorumlu tutulan Cargill’in ortağı olan Ülker’in Türkiye’ye bir numaralı obezite sorumlusu mısır şurubunu getirmesi gibi.) Türkiye’de GDO’lu ürünlerin incelenmesi konusunda yeterli laboratuvarlar ise hak getire.
Örneğin özellikle çocukların beyinlerinin kimyasal yapısını değiştirdiği, “dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu”na (ADHD) yolaçtığı defalarca ispatlanmış Aspartame, “şekersiz” diye etiketlenmiş tüm tatlı tüketim maddelerinde en çok kullanılan GDO katkısı. Bu maddeleri en çok ithal eden ülkeler arasındaki Türkiye’de, bizzat yaptığım bir araştırmada, görebildiğim kadarıyla, Falım marka sakız hariç, içinde Aspartame olmayan bir tek sakız markası yok. Çocukları erken yaşta bağımlılaştıran ve ruh sağlığını da altüst eden ADHDilaçlarını da Aspartame üreten aynı şirketler satıyor.
Türkiye’de 600 dönümden küçük arazilere tarım desteği sağlamayan bir Yeni Türkiye Toprak Kanunu varken (yani sadece şirketlerin tarım hakkı ve gücü olacak), ithal tohumları engellemek, yerli ve yeniden ekilebilen tohumları desteklemek, GDO’lu ve hormonlu yem, hormonlu gıda ithalini ülke sağlığından yana düzenlemek konusunda bir tek yasa yok. Yasak olduğu söylenen GDO’lu ürünler konusu ise dostlar alışverişte görsünden beter. GDO sadece bebek mamaları ve tohumlar için yasakken o konu da hukuk sisteminin artık tamamen işlevsizleştiği ülkemizde, “Biyogüvenlik Kurulu” maskesi altında, tabir caizse, iktidarın keyfine bırakıldı. Tarım bakanlığı bünyesindeki Biyogüvenlik Kurulu, aslında GDO şüpheli ürünleri yurda sokma vizesi vermekten öte dişe dokunur bir iş yapmıyor. Önceki 2 yılda 43 bin ton GDO’lu ürüne el konduğunu açıklayan hükumet, bu ürünlerin nerde olduğunu açıklamadı. 2011’de Balıkesir’de el konulan 6 bin 600 ton GDO’lu ürün Biyogüvenlik Kurulu (Tarım Bakanlığı) vizesiyle yurda sokuldu. Meselâ Biyogüvenlik Kurulu’nun resmi izniyle ülkemize, uzun vadede tümör, ciddi karaciğer ve böbrek tahribatı yaptığı resmen belgelenen NK603 kodlu GDO’lu on binlerce ton mısır girdi ve girmeye devam ediyor.
İyi haber olarak değerlendirilebilecek bir girişimi de oldu Ak Parti’nin: 2010’da Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından, ülkemizin hızla ölen tohum çeşitliliğinden bazılarını korumak için Türkiye Tohum Gen Bankası kuruldu. Resmi iddiaya göre 2 yılda 30 bin bitki çeşidinin tohumları burada korunmaya alınmış. Objektif ve şeffaf bir değerlendirmesi yapıldı mı bilmiyorum ama inşallah o da dostlar alışverişte görsün bir girişim değildir.
Bir tohum bankası, en ideal koşullarda kurulup korunsa bile tohumlarımızı korumak için rahat nefes aldıracak bir çözüm değil. (Tüm yumurtaları bir sepete koyma problemi. Hiç yoktan iyidir elbette.) Kimlere nasıl hizmet verdiği de çok önemli. Mesela resmi sitede yer alan şu misyon cümleleri tehlikeli sinyaller veriyor: “ülke genelinde yerel çeşitler başta olmak üzere genetik materyalin toplanması, kayıt altına alınması ve muhafazası, uluslararası kuruluşlarda bulunan genetik materyalin introdüksiyonu, Türkiye’deki bitki genetik kaynakları materyalinin bitki ıslahında kullanılmak üzere saklanması ve çeşit geliştirme çalışmalarında kullanımı, genetik kaynakların kayıt altına alınması, doğal kaynaklarla ilgili veri tabanı oluşturulması, muhafazaya alınan materyalin ülke içindeki üniversiteler, araştırma enstitüleri ve ilgili diğer kuruluşlar ile işbirliği içerisinde karakterizasyonu” Buradaki özellikle “uluslararası kuruluşlarda bulunan genetik materyalin introdüksiyonu” deyimi, alarm zilleri çaldıracak türden. (Kullanılan İngilizce tabirin Türkçesi “sokulması” demek). Ülke sağlık sistemini ilaç şirketlerinin insafına bırakan, Biyogüvenlik Kurulunun GDO ithaline vize verebildiği, SSK’sının sağlık verilerini özel şirketlere sattığı bir hükumetten sözediyoruz.
Türkiye’de ayrıca tohum takas konusunda da çeşitli sivil girişimler oluşu umut verici. Ama bu konuda milli bir uyanış ve KAYIT DIŞI yaygın bir sivil dayanışma şart.
Kesin olan şu: Diyetimiz, sağlığımız, toprağımızın geleceği, siyasilere veya hükumetin kontrolüne bırakılmayacak kadar önemli. Maalesef hükumetin iradesini destekleyen ilanlar veren sayısız STK’mız var ama GDO ve tekelleşme gibi konularda sivil denetim görevini ifa edecek bir teyakkuz sahibi toplum kuruluşlarımız hak getire.
Her yer GDO her yer direniş.
Nükleer silahlara, savaşa, çevre katliamına, hayvanların ve insanların kitlesel katliamına direnmek kadar önemli bir direniştir GDO’ya direniş. Bir varoluş mücadelesidir bu.
Dünyada 50 civarında ülke GDO’lu ürünleri yasaklarken pek çoğu da etiketleme zorunluluğu getiren yasalar koydular. Gıda tekeli şirketler bu ülkelerde ciddi lobi ve ekonomik baskı faaliyetleri yürütüyor.
ABD’de etiketleme zorunluluğu yok ama yalan etiketleme yasak. Yükselen anti-GDO tepkiye karşı, şirketler gdolu katkı maddeleri içeren ürünleri organik diye etiketlemeye başlayınca Tarım Bakanlığı “%100 Organik” etiketi taşıyan ürünler dışındaki ürünlerde GDO olacağı uyarısını yayınladı. Sebze ve meyvelerde de zorunlu olmamakla birlikte bir etiketleme standardı geliştirildi: 5 haneli bir rakamla etiketli sebzeler eğer 8 rakamıyla başlıyorsa GDO’lu, 9 ile başlıyorsa GDO’suz (bulabilirseniz ve bütçeniz yeterse tabii). Öte yandan yüzlerce GDO karşıtı sivil toplum kuruluşu oluştu, GDO karşıtı sayısız dergi, forum ve aktif eylem grupları doğdu. Ekonomik durumu elveren binlerce insan, alternatif ve geleneksel tarım kooperatifleri hatta tamamen sistem dışı yaşam alanları kurdu.
Halka açık bir Tohum Kütüphanesi
GDO’nun ve GDO şirketlerinin doğduğu ve egemen olduğu ABD’de ve Avrupa’nın bütün metropollerinde GDO karşıtı sokak gösterileri, yürüyüşler, toplantıları bölen sabotaj eylemlerine varıncaya kadar, son beş yılda durdurulamaz bir çokluk gösterdi. Bunun yanında sofistike, uygulanabilir pratik eylemler de geliştirildi.
GDO karşıtı eylemlerin en etkililerinden biri, tohum değişim grupları. Gönüllülerin yürüttüğü bu spontan gruplar, şirketlerin piyasadaki geleneksel ve GDOsuz tohumları toplayışına direnmeye çalışıyorlar. Özellikle İnternet ve sosyal medyanın imkanlarından yararlanarak birbirlerine tohumlar gönderen bu gruplar; ekme, yetiştirme, koruma ve tohum saklama konularında da harıl harıl bilgi alışverişinde bulunuyor, öğrendiklerini dileyen herkese açıkça İnternet üzerinden erişilebilir yapıyorlar. Önemli eski tarım ve tohum kitapları, makaleler, hatta dedelerin anlattığı hikayeler arşivlerden çıkarılıp taranarak İnternet üzerinden dağıtıma sokuluyor. Mahallelerde kitap okuma grupları ya da pazar yerleri gibi, tohum değişim grupları kuruluyor.
Bir tohum kütüphanesi ve gönüllüler
Benim en çok ilgimi çeken ve tohum şirketlerinin eyalet yönetimlerini (‘test edilmiyor, tehlikeli olabilir’ gibi uyarılarla) müdahale etmeye davet etmek zorunda bırakacak kadar başarılı olan direniş eylemi, “Seed Libraries Movement” – Tohum Kütüphaneleri Hareketi-. Misyonu: İnsanların ihtiyaç duyduğu tohumları kendi kendilerine üretmelerini sağlamak ve böylece tohumlar için şirketlere köleliği kırmak.
Hareket o kadar başarılı oldu ki civardaki ülkelere ve Avrupa’ya da sıçradı. Konuyla ilgili herşey katılımcı ve paylaşımcı bir anlayışıyla gönüllülerin katkılarından oluşuyor. Sadece tohumlar değil, tasarımlar, broşürler, kitapçıklar, afişler, etiketler de. Birbiri ardınca paylaşım siteleri, bloglar, sosyal medya grupları çıkıyor ortaya. Örnek: http://seedlibraries.org/
Bir avuç GDO’suz tohumu ödünç alıyorsunuz, ekip çoğaltıyorsunuz, elde ettiğiniz tohumların bir kısmını tekrar kütüphaneye bağışlıyorsunuz.
Bugün başta ABD çapında (46 eyalet!) olmak üzere 15 ülkede 340 Tohum Kütüphanesi var. En önemli özellikleri de bu kütüphaneleri, zaten halka hizmet için kurulmuş halk kütüphanelerinde tohum değişim bölümü olarak oluşturmak.
Tohumlar son derece özenli ve düşünceli bir tasarımla hazırlanmış küçük cep kitapları şeklinde kutularda, gruplanmış, etiketli, kapaklı veya çekmeceli rafları olan dolaplar içinde, kitap ödünç alır gibi herkesin alımına ve yeni tohumlar getirip eklemesine açık. Başlarında dönüşümlü gönüllüler durup tohum almak isteyenlere bilgi verirken, yeni tohum getirmek isteyenlere de yardımcı oluyorlar. Detaylı bilgi için Google’da “seed library” veya “seed libraries” diye bir arama yapmak yeterli.
Mesela Nashville Halk Kütüphanesi’nin ilgili bölümü için özel facebook sayfası burada:http://www.facebook.com/NashvillePublicLibrarySeedExchange
Bu bir eylem çağrısı: Tohumlarımız geleceğimizdir.
Yerli tohumu ve tarımı katleden#GDO / #GMO sadece gıda tekellerinin insafına kalmamız demek değil, aynı zamanda ilelebet soykırım ve DNA’mızın ipoteğidir.
Nükleer santralden daha tehlikeli, ağaç kesmekten daha yıkıcı, insan katliamından daha düşüncesiz bir saldırıdır GDO.
Global finans ve kapitalist sistem sürdürülemeyen ve hali hazırda çatırdarken can havliyle dünyayı kaosa sürükleyen bir sistem. Kendi tarlalarında yetiştirilen ve karın tokluğuna kendilerine toplatılan patatesler, tırlara yükleip ülkelerini terkettikten sonra geride kalan döküntüleri toplamaya çalışan güneyli çocuklar, buna daha ne kadar dayanacaklar dersiniz? Amerika’yı kasıp kavuran Kapitalizm karşıtı işgal eylemlerinin ve haftalardır kentleri ateşe veren “Nefes Alamıyorum” eylemlerinin GDO’suz bir dünya için atılan çığlıklara dönmesi uzak değil.
Biri çocuklarınıza gözünüz önünde bir zehir yedirdiğinde ne yapacaksanız; ithal tohum, maya, yem, hormonlu ve GDO’lu gıdaya karşı aynı tepkiyi vermelisiniz.
Müslüman, Hristiyan, Anti-kapitalist, çevreci, milliyetçi, devrimci ne olursanız olun; adalet ve özgürlük konusunda herhangi bir derdiniz varsa yapabileceğiniz en önemli eylem tohum ve gıda tekelini kırmaya, GDO’ya geri adım attırmaya katkıda bulunmak olacaktır.
Toplum örgütleri, siyasilere baskı, basın ve üniversitelerin toplumu uyarma görevi gibi çalışmalar her zaman lazım. Burada sizi her birimizin birey olarak kolayca katkıda bulunabileceği bir eyleme çağırmak istiyorum. Sizi hayali, afaki, romantik bir devrime de davet etmiyorum. Basit, kolay, uygulanabilir, pratik bir teklifim var:
Türkiye’de bir Tohum Becayiş Zincirleri Hareketi başlatmaya veya Tohum Kütüphaneleri Hareketi oluşturmaya ne dersiniz?
Hemen üç-beş arkadaşınızla bulunduğunuz her yerde biraraya gelerek başlayabilirsiniz. Konuyla ilgili adım adım tüm detayları, örnek broşür, etiket ve posterleri, taktik ve stratejileri toplayan bir kitapçık hazırlıyorum. Eğer bu konuda gerçekten çalışmak istiyorsanız, vaktiniz ve takatiniz müsaitse, lütfen bu linke gidip formu doldurarak iletişime geçin. İhtiyacınız olan herşeyi hazır olduğunda size ulaştırmaya çalışacağım. (Hiç bir şey yapamıyorsanız bu yazıyı paylaşmaya, olabildiği kadar çok insanı uyarmaya ne dersiniz?)
BAŞVUR!
Konuyla ilgili tavsiye ettiğim üç film:
1. Jeremy Seifert’in “GMO OMG” (“GDO AMAN ALLAHIM!”) –http://www.gmofilm.com/
2. Robert Kenner‘in “Food, Inc.” (“Gıda, A.Ş.”) –http://www.foodincmovie.com/
3. Mark Achbar ve Jennifer Abbott‘un “The Corporation” (“Şirket”) –http://www.thecorporation.com/
Yorumlarınızı lütfen bu linkten yapınız.