• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Demokrasi ve yolsuzluk: bir eşitlik felsefesi

Alain Badiou — Şubat 2014 — Les Lettres Françaises N◦112

Şüphesiz Sarkozy gibi kişilerin devletin başına gelmesini istememenin ne- denlerinden biri [Sarkozy’nin başkan olduğu] 2007-2012 yıllarında bu kişile- rin etkinliklerini sarmalayan sağlığa zararlı üçkağıtçılık atmosferidir. Fakat Sosyalistler yeniden iş başına geleliberi de gündem Cahuzac meselesi ve hükümet çalışanları ile iş dünyası arasındaki müphem bağlantılar oldu. Ve görünüşe göre Hollande gerçekten de CAC 40’ın [Paris Borsası] adamlarını ayrıcalıklı muhatapları saymakta.

Aslında yozlaşma, İngiltere’de Thatcher ve ABD’de Reagan’ın peşinden Mitterand ile hücum eden neoliberal kapitalizmin karşı-devrimci dalgası ile, Fransız politikasının 1980lerden beridir tekrarlanan bir teması olmuştur, ki Mitterand tek tarihsel hasmı olan komünizmin bütün eğilimlerinden kurtulduğunu sanmaktaydı.

Bu yeni bir soru mudur? Güncel midir? Demokrasinin karşılaştığı tehlikeler içinde yozlaşmanın rolü nedir? 2002’de erdemli-Jospin’i (güya)-yozlaşmış- Chirac’ın karşısına koymak modaydı. Bu ikilinin ikisinin de başkanlık seçimi- nin ilk aşamasında ağır sıkıntı yaşamasını ise ne methiyeler ne de suçlamalar önleyebildi.

Ama şüphe yok ki bu soruyu daha gerilerden —ve daha yukarılardan ele almalıyız.

Devrim’in tehlikeye düştüğü 1793’ten başlayalım. Saint-Just sormuştu: ‘ne terör ne erdem isteyenler ne isterler?’ Göz korkutan bir soru, gerçi Termi- dorcular buna yeterince açık bir yanıt vermişlerdi: yozlaşma isterler. Sağlıklı dozda bir kişisel zenginleşme, mali spekülasyon ve yanlış yönlendirmenin nor- mal sayılmasını isterler. Devrimci diktatörlük karşısında ‘liberté’ [serbesti]

yani kendi işlerini sürdürme ve bu işleri devlet işleriyle karıştırma hakkı ister- ler. Böylece, loş kombinasyonların ‘terörist’ ve ‘libertisit’ [serbesti öldüren] yollarla bastırılması karşısında, sadece kamusal değerlerin dikkate alınmasını gerektiren erdemli zorunluluk karşısında katı bir tutum almışlardı.

Montesquieu demokrasinin herkese küçük bir parça yetki vermekle özel çıkarlar ve kamusal değerler arasında sürekli bir karışıklık yarattığını zaten belirtmişti. Bu tipteki hükümetlere gereken mizaç olarak erdemi savundu. Seçme hakkından başka hiçbir garanti altına alınmamış böyle bir hükümette bulunan kişiler, bir şekilde kendilerini unutmak ve ellerindeki gücü kendi ki- şisel jüisansları [hazları] için veya egemen çevrelerin (yani, genel olarak, zen- ginlerin) jüisansları [hazları] için kullanma temayüllerini mümkün olduğunca bastırmak zorundaydılar.


Gerçekte bu fikir Plato’ya kadar gider. Demokratik sistemin radikal eleş- tirisinde Plato böyle bir rejimin maddi arzuların anarşisine uyum sağlaması gerektiğini belirtmişti. Sonuç olarak demokratik bir hükümet herhangi bir hakiki fikre hizmet etmekte yetersizdir, çünkü kamu yetkisi eğer arzuların ve tatminlerin hizmetinde, yani nihai olarak (en geniş anlamıyla) ekonominin hizmetinde çalışıyorsa, o zaman yalnızca iki kritere itaat edecektir: zenginlik, yani soyut bir ortalama için bu arzunun en istikrarlı tatmininin sağlanması; ve kanaatler, yani arzu nesnelerinin belirlenmeleri ve bu nesneleri kişinin kendi mülkiyetine alabilmesi gerektiğine dair kuvvetli inanç.


Fransız devrimciler demokrat değil, cumhuriyetçiydiler —bu terimin et- kin, şiddetli anlamında, yoksa bugünkü mutabakata dayalı şüphe götürür anlamında değil, yani en sağdan en sola ‘cumhuriyetçi paktta’ ifade bu- lan anlamdan yoksun bir terim olarak kullanılışındaki gibi değil. Devrimciler ‘yolsuzluk’ sözcüğü ile hükümet gücünün hususi çıkarlara hizmet eden iş taleplerine ve kanaatlere esir edilmesi pratiğine işaret etmişlerdi. Bugün biz —hatta ekonomik krizle birlikte iyice— bir hükümetin birincil hedeflerinin ekonomik büyüme, yaşam standartları, pazarda bolluk, yükselen hisse senet- leri, kapitalin akışı ve zenginlerin daimi refahı olduğuna öyle ikna olmuşuz ki, devrimcilerin ‘yolsuzluk’ sözcüğünden ne kastetmiş olduklarını anlamıyo- ruz aslında. Bu sözcük, şu veya bu kişinin yetkili konumundan faydalanarak kendini zenginleştirmesi olgusundan ziyade, politik eylemin doğal amacının (ister kolektif ister özel olsun) zenginleşmek olduğuna dair genel kavrayış veya kanaati ifade etmekteydi. 1792-1794’ün devrimcilerinin ‘yolsuzluk’ de- dikleri şeyin en basit versiyonuyla, şüphesiz, sonradan Restorasyon sırasında, lider Guizot ünlü ‘Enrichissez-vous!’ [kendinizi zenginleştirin] sloganından daha kabul edilebilir bir slogan bulamadığında karşılaşırız.


Peki ya bugünkü düsturumuz farklı mıdır? Bugün tecrübe ettiğimiz, en saf ve en kaba kapitalizmin ürkütücü ve küreselleşmiş restorasyonu değil midir? Neredeyse bütün dünya çapında ekonominin durumunun seçmenin ruh halini belirlediği, dolayısıyla her şeyin, en azından sıradan yurttaşları, oy kullanırlarsa veya size oy verirlerse, iş dünyası için (en küçükten en bü- yüğüne kadar) işlerin daha iyi gideceğine inandırma kapasitesine dayandığı; ‘büyümeye dönüş’ün hayaline dair beklentileri yükseltme kapasitesine da- yandığı; böylece politikanın öznelerin çıkarlarını karşılayan bir şeyden ibaret olduğu varsayımına dayandığı apaçık değil midir?


Yozlaşma, bu açıdan bakarsak, böyle işleyen bir demokrasiye tehdit oluşturmaz. Bu onun tam olarak özüdür. Politikacıların bireysel olarak (terimin günlük anlamında) yozlaşmış olup olmadıklarının, bu özsel yozlaşma üzerinde neredeyse hiçbir nüfuzu yoktur. Yani Jospin ve Chirac bu anlamda tamamen aynıdırlar ve bugün görünüşe göre aynı karşılaştırmayı Sarkozy ve Hollande arasında da yapmalıyız.


Marx, Avrupa’da temsili demokrasinin şafağında, bu yolla seçilen hükü- metlerin tam olarak —onun deyişiyle— ‘kapitalin gücüne dayalı’ olduklarını söylemişti. Fakat bugün bu söz o zaman olduğundan çok daha geçerli! Eğer demokrasi temsilse, biçimini ilk ve öncelikli olarak genel sistemden alır. Di- ğer bir deyişle, seçimli demokrasinin temsiliyeti, mutabakata dayalı olarak bugün ‘pazar sistemi’ olarak yeniden adlandırılan kapitalizmi temsil edişi kadardır. Bu onun kuruluşsal yozlaşmışlığıdır ve hümanist düşünür Marx’ın Aydınlanmış bir filozof olarak böyle bir ‘demokrasi’nin karşısına geçişsel bir diktatörlük olarak proletarya diktatörlüğünü koyması sebepsiz değildir. Bu güçlü bir terim de olsa, temsil ve yozlaşma arasındaki diyalektiğin güçlük- lerini açıklığa kavuşturuyor. Dahası, ‘proletarya diktatörlüğü’ ifadesinden vazgeçilmesinin komünizmin herhangi bir eğilimine yarar getirdiği bugün hala kanıtlanmış değildir. Öğretmenim olan büyük filozof Louis Althusser ve onun öğrencisi Étienne Balibar, bu vazgeçişe karşı çıkmakta belki de ya- nılmıyorlardı. Ne de olsa bu vazgeçiş tarihsel olarak, demokrasiye samimi bir dönüştense, komünistlerin zayıflığının bir kanıtı veya gözden kaybolma- larının işareti olarak görülmüştür.
Esas mesele demokrasinin tanımında yatıyor. Eğer Termidorcular ve li- beral [serbestici] devamcıları gibi demokrasinin özel mülkiyetin sınırsız hak sahipliğine, belirli grup ve birey çıkarlarının özgür etkinliğine dayandığına ikna olmuşsak, o zaman demokrasinin er ya da geç, her çağda, en umut- suz yozlaşmanın uçurumuna düştüğünü görebiliriz. Fakat hakiki demokrasi bütünüyle farklı bir şeydir. Fikir karşısında, politik Fikir karşısında eşitliktir.

Örnek olarak, bunun anlamı uzun zamandır devrimci veya komünist Fikir- dir. İnsanlığın yansız bakışının özgürleştirici bir politika ile bedenlenebileceği Fikridir. Demokrasiyi genel yozlaşma ile özdeşleştiren Fikir, bu yolla yıkılır.


Tek bir partinin despotluğu (ki buna yanlış olarak totalitarizm denilmiştir) demokrasinin düşmanı değildi, ki komünist Fikrin ilk dizisini sonlandırmıştı. Söz konusu tek gerçek soru, bu Fikrin ikinci dizisini açmak, çıkarlar arası oyunlar karşısında bürokratik terörizmden daha başka araçlarla galip gel- mesini sağlamak, ama bunu yaparken kapitalin gücüne dayalı demokrasiyi desteklememektir. Yani gereken, diktatörlük (proletarya diktatörlüğü) terimi için yeni bir tanım ve yeni bir pratiktir. Hatta belki —ki bu da aynı şey— ‘erdem’ sözcüğünün yeni bir politik kullanımıdır.


Bu ve bazı başka temaları bu yıl yayınlanacak ‘Komünizmin Yeniden Uya- nışı’ adlı bir kitapta ele alacağım. Çünkü inanıyorum ki hazırlanmamız gere- ken gezegensel olay —düşüncede ve eylemde— kesin olarak budur. Yalnızca bu olay insanlığın ve pazar-üstü-demokrasinin tarihini yozlaşmanın bataklı- ğından çıkarabilir.


(EN: David Broder)

Çeviri: Işık Barış Fidaner

  
1447 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın