Levent Ertürk
Bukowski’yi seviyorum.
10/04/2016 Bukowski’yi seviyorum. Kimse kusura bakmasın, böyle bir adam küfürsüz anlatılamaz. Bu serseri orospu çocuğu işi biliyor. Okuyucusunu can damarından yakalıyor. Edebiyat yapma gibi bir derdi yok. İşte bu yüzden güzel yazabiliyor. Yazmaya hevesli bazı tipler şunu göremiyorlar. Milyarlarca insanın metropollerde birbirini düzdüğü bir çağda Victor Hugo gibi yazamazsınız. At kuyruğunda kelebek gibi durur. Victor Hugo, kendi çağının adamı. Bukowski, saçının her telinden ayak parmağına kadar düzülen insanların yaşadığı bir çağın adamı. Önemli olan, çağın ruhunu yakalamak. Eğer bir ruh kaldı ise. Bukowski’yi seviyorum. Okuyucusunu aldatmadı. Okuyucusuna ders vermedi, çok bilmiş pozlara girmedi. Ne dedi? “Bak okuyucum. Senden gelen para ile kaliteli şarap içeceğim, güzel kızarmış biftek yiyeceğim, bir de şöyle hatun düşürürsem sabaha kadar tepişeceğim. Şimdi, işine gelirse kitabımı al, gelmezse siktir git.” Bunu diyen adam kaliteli adamdır. Yazar değilim ve hiçbir zaman olamıyacağım. Ama fena bir okur sayılmam. Kim kalemini ciğerine batırıp yazıyor, kim boş laflar ediyor, az çok anlayabilirim. İşte bu yüzden, yüzyılımızın en kaşarlanmış fahişesi olan “best seller” kitaplardan uzak dururum. Sahaflarda hazineler var. Köşebaşındaki sokakta, üç kuruş kazanmak için çırpınan bir eskicinin arabasında okunmayı bekleyen nice değerler var. Alır ve okurum. Yazmak bir sanattır ama okumak daha büyük sanattır. Okumasını bilmiyorsanız, ne alırsanız alın, fark etmez. Okuduğunuz her boku papağan gibi tekrarlayacaksanız, gidip kendinizi ilahi bir vakıfta düzdürün, hiç değilse zevk alırsınız. Şu best seller dedikleri. Alayı sadece ruhsuz kurgular. Hiçbir insanî yönü olmayan, şişirilen kahramanlar, zorlama finaller, yapmacık betimlemeler. Çoğumuzun hayatı böyle. Bukowski’yi seviyorum. Felsefenin hası o adamda. Satır aralarında. Hepimizin içine dert olan hüzünlerde, yaşanması gerekirken yaşanmamış hayatlarda. Acı deseniz, en yürek burkan acılar onda. Bunlar edebiyatı yapılamayan acılardır. Çok insan yaşar ama herkes anlatamaz. Bukowski, kendi medeniyetinin gravatlı katillerine, onların sürekli gülümseyen hatunlarına ve kadrolu metreslerine, alayını kutsayan ve adına din adamı denen kutsal pezevenklere ve tüm bu tipleri hayranlıkla dinleyen, -bazı salak sosyalistlerin alabildiğine yücelttiği- adına halk denen sürüye siktir çekmiş bir adam. Helal olsun derim, başka şey demem. Şu yazdıklarımı okusa bana da siktir çekerdi ama onun küfrü benim için şeref olurdu. Bize sivri dilli insanlar lazım. Kalantorun teki daha çok kazansın diye evladını toprağa veren bir anneye bakıp, “bak, şurdaki yağ tulumunu görüyor musun, tripleks villa alıp içinde yaşasın diye senin oğlunun buraya gömülmesi gerekiyor” diyebilecek insanlar. Var mı? Etraf yalaka bolluğundan geçilmiyor. Saçını inek yalamış, janti giyinmiş yorumcular TV ekranlarında sallayıp duruyorlar. Sonra aynı ekranda bir şeyler pazarlayıp reklam sektöründen de parayı götürüyorlar. Onlara kızmıyorum. Ama onları ciddiye alıp milleti irşat etmeye soyunan nadide hıyarlara çok kızıyorum. Yapacak bir şey yok. Çark böyle dönüyor. Bukowski bunu anladı. Yazdı ve parasını aldı. Ama asla kendine bilge adam pozları vermedi. Hayat bir illüzyondur. Birileri size, bir başkasının ne kadar büyük adam olduğunu öğretir. Sonra bunu tekrarlarız. Ne kadar süslü püslü cümlelerle tekrarlarsak o kadar aydınlandığımızı zannederiz. Aslında, o büyük adam, gerçekten de büyük bir insan olabilir. Sorun bu değildir. Sorun, bizim bir türlü kendi içimizdeki sesi bulamamamız sorunudur. Bunun nasıl bir aldatmaca olduğunu en iyi bilenler genelde reklamcılar ve ilahiyatçılardır. Size bir başkasının hayatını anlatırlar. Sonra siz o kişi gibi olmak için kıçınızı yırtıp durursunuz. Bu arada hayat akar geçer. İnsanlar ölürler ve önemli olurlar. Bu anlamda, ölüm herkese beleşe verilen bir hediyedir. Ama çoğu insan bunu itiraf edemez. Bakın, yüzyılımız bize ne yapmıştır. Yüzyılın pazarlayıcıları, her insana, istisnasız her insana ünlü olma şansını vermişlerdir. Ünlü olma isteği, salgın hastalık gibi bir şeydir. İstemez gibi görünürüz ama hani yan cebe sıkıştırsalar fena olmaz. Yo, hayır, bunu kötülemiyorum. Ben komünist değilim. Üretme yeteneği olmayan her salağı aziz gibi kutsayan bir insan değilim. Aksine, severim başarılı insanları. Benim sorunum, hiç emek sarfetmeden, hiçbir şey öğrenmeye çabalamadan, aklına gelen her mide gurultusunu millete yutturmaya kalkanlarla. Ayn Rand bunu anladı ve ne dedi: “Ne istiyorsun kardeşim? Kendine değer verilmesini mi istiyorsun? Ama bunu ne hakla istiyorsun? Sırf sen sen olduğun için mi ayrıcalıklı olduğunu zannediyorsun?” İyi felsefecidir. İnsanların zaafını çok iyi analiz etmiştir. İnsanların çoğu “ben ben olduğum için değerliyim” derler. Gerçek, bunun tersidir. Başkalarına ilham verebildiğiniz kadar değerli olursunuz. Bir başkasının yüreğini tutuşturabildiğiniz kadar yücelirsiniz. Bu anlamda, neyin yazıldığı önemli değildir. Neyin nasıl yazıldığı önemlidir. Zor iştir. Kimisi kalkar bir dülger balığının ölümünü yazar ve okutturur. Kimisi kalkar şöyle destansı, epik mepik birşeyler yazayım der, tuvalet kağıdı olmaktan başka işe yaramaz. Neyse. Bukowski’yi seviyorum. Ezilenlerin de en az ezenler kadar suçlu olduğunu ana avrat küfrederek yazdığı için seviyorum onu. Ayyaş pezevenk gece vakti nerden aklıma geldi. Şimdi bir şişe daha açacağım. Onun şerefine içeceğim. Hayatı öyle seveceğim. Kendim seçtiğim için bunu seveceğim. Hayatı, içinde illa bir anlam aramadan seveceğim. Tüm getirdikleri ve götürdükleri ile. Bu arada, Tv ekranlarında, bir araba dolusu hacıyatmaz Ortadoğu üzerine derin analizler yapacaklar. Alayının anasını en azgın eşekler kovalasın. Ben sadece Bukowski’nin kalbimde açtığı yara ile başbaşa kalmak istiyorum. Nasılsa, hayat öyle de böyle de akacak ve bir yerlerde birileri ölmeye ve öldürmeye devam edecekler. Şerefine. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Forrest Gump: Masumiyete Koşan Adam - 30/05/2018 |
........ |
Sodom ve Gomore Şehirlerinin Öyküsü - 01/02/2018 |
... |
Tanrı Bumba - 25/08/2017 |
Bir Orta Afrika halkı olan Boshongo kabilesinin yaratılış miti. Boshongolar, Tanrı’ya “Bumba” derler. |
Burada ve Şimdi Olan... - 01/08/2017 |
... |
Apaçi Yerlilerinin Yaratılış Miti - 22/04/2017 |
Başlangıçta hiçbir şey yoktu. Ne yeryüzü, ne gökyüzü, ne Güneş, ne Ay …sadece karanlık her yeri kaplamıştı. |
Mavi Peri - 12/02/2017 |
Biliyor musunuz, çocukluğumda okuduğum bazı çocuk romanlarının ne kadar değerli olduklarını, ne büyük bir emek ve sanat gücü ile yazıldıklarını ancak seneler sonra fark edebildim. |
Krishnamurti’yi Okumak - 02/12/2016 |
Öyle görünmekte ki, bizlerden ayrılan bu kartal kendi göklerinde uçarken, yerde, pislikler ve çürümüş yiyecekler arasında milyarlarca böcek bitmek bilmeyen iştahlarının peşinden koşacaklar. |
Samuray Savaşçılarında Çay Kültürü - 14/10/2016 |
Geleneksel Japon savaşçıları olarak bilinen Samuraylar, başlangıçta toprak ve çiftlik sahiplerini yağmacılara karşı korumak için kurulan paralı asker birlikleriydi. |
Mavi Soluk Nokta hakkında... - 15/02/2016 |
1977 yılında ABD Güneş sistemini incelemesi için Voyager-1 aracını uzaya fırlattı. 1990 yılına gelindiğinde, bu araç daha önce hiçbir uzay aracının gidemediği bir uzaklığa varmıştı. |
Devamı |