Emine K. Arslaner
Hellen Ahtapotunun Kolları; Maşizm, Faşizm, Kapitalizm
13/07/2015 Tel tel, ilmek ilmek istikbali dokuduğumuz bir ipliktir zaman… İpliği ziyan etmeden nakışlarını işleyen, dantellerini ören milletler, medeniyetler inşa ederler. Makarayla oynayıp ipliğini kördüğüme çeviren ve başka kanaviçelere iğnelerini saplayıp, başka kasnakları işgal eden kavimler de var. “İnsanlık Tarihi” dediğimiz şey bu yüzden kördüğümlerini çözmekten aciz, hazırlopçu barbarların çıkardığı kördövüşlerinden ibarettir. Bu yüzden objektif olamaz tarih. Tarih; dokümantasyona dayandığından yoruma aslen en açık olan bilim dalıdır. Her millet “insanlık tarihi”ni yazarken bir parça kendi bilinçaltını, söylencelerini, tecrübelerini ve menfaatlerini baz alır. Kendi tarihinizi bir başka milletin kaleminden okursanız, kendinizi değil, o milletin aynasındaki resminizi izlersiniz. Biz kendimizi Batı’nın aynasından izliyoruz. Tarihimizi değil sadece, dinimizi ve tüm güzel ve özel değerlerimizi de onların kelimeleriyle okuyoruz. Güzelliklerimizi onların izin verdiği ölçüde temaşa edebiliyoruz. Onların insafına terkediyoruz irfanımızı ve onların isimleriyle dolduruyoruz beyinlerimizdeki rafları. Biz, biz olmaktan çıktığımız için, bizden bahsederken yerli bir oryantalistten başka birşey olmadığımızı farkedemiyoruz artık. Bu sığ, kabız ve Batı mahreçli ilmi ve fikri iştigallerden ötürüdür ki, kadın haklarından bahsederken iki ayrı nirengi noktasından hareket ediyor ve aynı turu atmaya mahkum beygir misali o noktaların etrafında dönüp duruyoruz. Bu nirengi noktalarından biri, Batı karşında duyulan derin aşağılık kompleksinden mütevellit sağlıksız bir savunma içgüdüsüdür. Bizdeki veya İslam ülkelerindeki kadınların konumunu başka milletlerdeki veya başka milletlerin tarihlerindeki kadınların konumuyla kıyasa tabi tutar ve daha iyi noktada olduğumuzu ispata çalışırız. Örneğin, Çinli kadınların ızdıraplarından örnekler serper ve kadınlarımıza “halinize şükredin” telkinlerinde bulunuruz. İkinci nirengi noktasını tercih edenler ise, feminizmi hedef alır ve feminizmin açmazlarını serdederken batılı yazarların, düşünürlerin, ilim ve bilim adamlarının sadrına sığınır. Bir taraftan feminizmin Batı’nın diliyle uydurulan bir yalan olduğunu ileri sürer, lakin dönüp dolaşıp yine bu iddiayı Batılı isimlerden medet umarak ispatlamaya kalkışır. Bunun en aktüel ve en cazip örneğini Akif Beki’nin, Oral Çalışlar’a cevaben yazdığı bir köşe yazısında müşahede etmek mümkündür. “Feminizm Batı’nın yalanıysa, bu yalanı ifşa etmek için niçin Batılılardan medet umulur yahu?” diye sormak gelmez kimsenin aklına… Böyle bir ifşaat ne kadar güvenilir olabilir ki? “Biz yalan söyledik” der mi Batı? Böyle bir itirafta bulunuyorsa, vardır mutlaka makul bir nedeni, öyle değil mi? Geçelim… “Adilmedya gibi ağırlık noktası, ‘kapitalizmle mücadele’ olan bir sitede biteviye Anadolu’dan, mitolojiden ve kadın haklarından bahseden birinin ne işi var?” diye soruyorsunuzdur. “Maşizm, faşizm ve kapitalizm birbirinden bağımsız meselelerdir” diye düşünürüz nitekim. Böyle düşünmemizi ister muktedirler. Bunların aynı ahtapotun kolları olduğunu ve bizi ayrı noktalarımızdan kavradığı için sadece kollara odaklandığımızı, kafayı dikkatlerden kaçırdığımızı bilmeyiz, bilemeyiz. Oysa emperyalizm tarih sahnesinde ilk önce “maşizm” illetiyle başgöstermiştir. İnsanlık tarihinin ilk emperyal tahakkümü erkeğin kadın üzerinde kurduğu tahakkümdür. Maşizm; faşizmle kolkola vererek, kapitalizmi icad etmiştir. Birbirine kenetlenen bu halkalar emperyalizm zincirini oluşturmuştur. Nasıl mı? Ebetteki sadece kaba kuvvet kullanarak değil. Beyin ve kalp gücünü de devreye sokarak; yani mitolojiyi, tarihi, edebiyatı ve sanatı kullanarak. Mitolojiyi çarpıtmış, tarihi saptırmış, edebiyat ve sanatı ise çalmıştır. Maşizm’le başlayalım… Çok tanrılı dinler tarihinde küçük Asya’nın geçmişi M.Ö 13. yüzyıla kadar açık ve net ortadadır ama M.Ö 13. yy ve M.Ö 8. yy arasında bölgede ne olup bittiği bilinmez. Bu döneme “karanlık dönem” adı verilir. Hellen tarihinin tam da bu döneme oturtulması hiç şüphesiz sıradan bir tesadüf değildir. İşte tam da bu yüzden, Hititlerin yıkılışından sonrasını anlatan belgelerde, bu bölgede yükselen uygarlıkların sahipleri hep Trakya’dan, Batı’dan gelmiş gibi ele alındılar. Doğu’nun, çok tanrılı dinler geleneğine ve tarihine soğuk durması gerçeklerin açığa çıkmasını uzun süre engelledi. Doğu’nun bu boşvermişliği Batı’nın da işine geliyordu nitekim. Devam eden arkeolojik kazıların sonuçları daha fazla örtülemedi ve Hellenler’in Anadolu’ya ilk girişlerinin Truva savaşı ile olduğu ortaya çıktı. Hal böyle olunca tarih yeniden okunmaya başlandı ve Homeros’daki çelişkiler, Evripides’in tragedyalarındaki kimi müphem ifadeler aydınlığa kavuştu. Frigler, Hititlerin devamıydılar ve Hellenizm Batılıların anaerkil Anadolu’ya alternatif olarak uydurdukları, Anadolulu dinsel ve kültürel motiflerin çarpıtılmasıyla uyarlanmış ataerkil bir kültten başka birşey değildi ve bu kült üç büyük dinden biri olan Hıristiyanlığa temel teşkil edecekti. Kıtalar arasında bir köprü vazifesi gören Anadolu, sadece tarım açısından değil, kültürlerin kaynaşması ve zenginleşmesi açısından da son derece mümbit topraklara sahipti. Koca yurdun anaç ikliminde kültürler kaynaşır ve yeni medeniyetler doğar, serpilir, büyürdü. Truva savaşıyla birlikte bu coğrafyaya ilk defa kültür emperyalizminin tohumlarının serpildiğini görürüz. Hellen emperyalizminin ilk hedefi ise Anadolulu anatanrıçalardı, çünkü Hellen ataerkildi. Anadolulu tanrıçalar teker teker erkekleştirildiler. Bu zorbalığa direnenler ise şirret, çirkef, kıskanç ve kavgacı gibi bir takım menfi karakter özellikleri ile yeniden şekillendirildiler. Zeus’un, üremek için kadınlara ihtiyaç duymadığını göstermek amacıyla kafasından doğurduğu tanrıça Athena; usu, yani aklı temsil eden; başında miğfer, elinde kalkan taşıyan, erkekleşmiş bir tanrıçaydı. Bir kadının; zarafet, letafet, şefkat ve merhamet gibi kadına matuf tüm mevhibelerden sıyrılmadıkça akıllı kadın sayılamayacağı mesajının mitolojik simgesiydi Athena. Güzellik ve sevgi tanrıçası Aphrodit ise sahip olduğu tüm sermayeyi ortaya serip erkeklere görsel şölen vazifesini icra etmedikçe, yani vücudunu çırıl çıplak sergilemedikçe Olympus’da itibar görmüyordu. Tüm bu cömertliğine rağmen saçma sapan yakıştırmalardan kurtulamıyor ve kocası olan emek tanrısı Hephaistos’u aldatan bir sürtük, güzelliğini kıskandığı Psykhe’nin anasından emdiği sütü burnundan getiren bir haset ve nefret yumağı olarak mitolojideki yerini alıyordu. Bunların yanısıra Aphrodit, güya Paris’i Helena’ya aşık ederek Truva savaşının çıkmasına neden olduğu halde savaşta Truvalıları destekleyen çelişkili ve aptal bir tanrıçaydı. Hera’nın durumunu bir önceki yazıda ele almıştık ama kısaca özetleyelim. Hera, Zeus’un karısıydı ama bütün ömrü Zeus ve Olympuslu tanrılarla mücadeleyle geçmişti. Dırdırcı, kıskanç ve hırçındı. Hiç şüpheye yer bırakmayacak kadar Anadolulu olan ve öyle kalmakta ısrar eden Demeter ise Hellenler’in eliyle, susadığı zaman kendisine su ikram eden bir Anadolulu kadının oğlunu kertenkeleye çevirerek ona teşekkür edecek kadar zıvanadan çıkarılmış, saçma sapan bir kadına çevrilmiştir. Tanrıçaları teker teker erilleştiren, erilleştiremediklerini ise kirleten veya rezil eden Zeus bu kadarla yetinmez ve ölümlüler dünyasına da el atar. Sıra insankızı insanlardadır. Ve çanak, çömlek, çatal, kaşık, ev araba imalatçısı, zanaat ve emek tanrısı Hephaistos’a, Pandora’yı halketmesi için emir verir. Pandora, yani “kadın” bir eşya olduğuna göre, ebesi Hephaistos olmayacak da kim olacaktır? Hephaistos, Pandora’yı yaratır ama eşya olduğu için ona ruh üflenemez. Zeus rüzgara emreder, rüzgar eser ve Pandora canlanır. Promete’ye ceza olarak yaratılan bu nesnenin eline, içine tüm kötülüklerin sığdırıldığı acayip bir kutu tutuşturur baba tanrı ve onu Olemp’e yollar. Pandora’nın en büyük zaafı meraktır. Merakına yenik düşüp kutuyu açan Pandora; yani “kadın” insanlığın başına musallat olan cümle belaların ve günahların müsebbibi değil, bizatihi kendisidir. O bir cezadır… Hellenizm’in Hıristiyanlığın üzerinde yükseldiği mermer sütunlardan biri olduğunu söylemiştik. İlk kadının yaratılışını anlatan bu hikayenin Hıristiyanlıkla hiç de alakası olmadığını düşünenler çok yanılıyorlar. Daha düne kadar Fransa mahkemelerinde kadının ruhunun olup olmadığı konusunda yapılan hararetli tartışmaları hatırlatalım. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Rasyonel Akıl ve Başıboş Köpekler - 08/03/2024 |
20 yıldır yazdığım konuları yeniden, yeniden yazma zorunluluğu… |
Ataerkil Avrupanın Anaerkil Anadolu Sendromu - 25/05/2022 |
Beşikler vermişim Nuh‘a Salıncaklar hamaklar Havva Anan dünkü çocuk sayılır Anadolu‘yum ben, tanıyor musun? Ahmed Arif |
Ahzap 37, Evlatlığın Eski Eşiyle Evlilik mi yoksa İnsanları Eşitleyen Bir Devrim mi? - 29/11/2020 |
Aslında bu yazı üç yıl önce yazıldı ancak tıpkı yazının konusu olan ayette dillendirilen “ziyade kılınmış kişi” nin yaşadığı korkuya benzer bir korkuyla çekmeceye atıldı ve yayınlanacağı tarih için ilahi huzurdan bir işaret fişeği beklendi. |
Tesettür ve Çevreye Uyum - 13/06/2020 |
Kadınlar Kur’an’da varlığı veya yokluğu, çok aleni olmasa da, satır aralarından tartışılan, müphem bir telkinin hayatlarını şekillendirmesinden sıkılmış görünüyorlar. |
Hellenin Helena Yalanı - 12/02/2017 |
Paris, Fransa’nın başkentidir. Truva, Hititlerin’dir ama Londra’nın dörtyüz yıl önceki adı New Troy’dur. Troy halen Portekiz’de bir kentin adıdır. |
Öldürürler seni oğlum! - 07/09/2016 |
Uzanma onların zehirli meyvelerine. Çünkü Öldürürler seni oğlum… |
Defnenin Duası... - 06/06/2016 |
Anadolu topraklarından bir ışık pınarı gibi fışkıran genç bir kız.. Bir kız ki adı bile tebessüm kadar güzel… Defne… |
Hellenistanın Günah Keçisi - 12/03/2016 |
Koro: Zeus biz kadınları yüce ameller için ne kadar zayıf yaratmış olsa da, fenalık için, evet hiç olmazsa fenalık için bizden daha ehil yoktur! (Euripides, Medeia) |
Hellenin Helena Yalanı - 24/01/2016 |
Bilinen bir hikayedir… Savaş mağlubu İspanya kralı, aç gözlülüğüyle meşhur |
Devamı |