Levent Ertürk
Bir Ateist olmak...
03/02/2015 Eğer bu yazıyı dindar bir insan sıfatıyla okuyorsanız, sizden, yazdığım her şeyi kabul etmenizi bekleyemem. Sadece, bir parça empati kurmaya çalışarak, onların neler hissedebileceğini anlamaya çalışarak okumanızı rica ederim. Elbette inancınızda hürsünüz, dilediğiniz gibi inanmaya devam edebilirsiniz. Bazı sebeplerden dolayı ben bir ateist değilim. Ama o insanlara büyük saygı gösteririm. Onların o sessiz yalnızlığını, cesaretlerini, aykırı yaklaşımlarını severim. Nedir bir ateist olmak, hiç düşündünüz mü ? Neden bu insanlar kendi toplumlarından dışlanmayı, aşağılanmayı, öldükten sonra çeşitli azaplara katlanmayı, Tanrı’nın rahmetinden mahrum kalmayı ve buna benzer sıkıntıları göze alıp ateist olurlar? Sosyal ve teolojik plandan çıkıp, bireysel plana inersem, sizce ateist olmak kolay bir şey midir ? Çözümlenmemiş binlerce sorularla dolu bir evrende, pek çok şeyin cevabını bulamıyacağınızı bilerek ölümü beklemek, bir kurtarıcıya sığınma lüksünden mahrum olmak, insanı ölüme yaklaştıran bir krizin ardından yine de hayata tutunmak, diğer insanların sahip olduğu birliktelik ruhundan uzak durabilmek … sizce tüm bunlara katlanmak kolay mıdır ? Yerküremizde ateizm yeni bir olgudur. Felsefe tarihi içinde kendi gelişim çizgisi olmakla birlikte, ateizm ancak sanayi devriminin ardından modernite içinde yükselebilmiş ve milyonlarca insan tarafından benimsenmiştir. Geçmişte ise, daha henüz “a-theism” kavramı bile ortada yokken, Tanrı inancına karşı çıkış ancak bazı felsefeciler, sanatçılar, elitler tarafından dile getirilebilen cılız bir ses olmaktan öteye gidemiyordu. Hangi tarih diliminde olursa olsun, ateistler daima aykırı olmuşlar, dönemin yerleşik inançlarına meydan okumuşlardır. Epikuros “Tanrılardan korkmamıza gerek yoktur.” derken kendi uygarlığının yerleşik inancına açıkça ters düşmekteydi. Epikuros’un bu sözüne bakıp onu tek tanrıcı inanç sahibi bir insan gibi görmek yanlış olacaktır. Onun çağında çok tanrıcılık hakimdi ve bu yüzden Epikuros onlara yüklendi. Bu sözü tek tanrıcılığa uyarlarsak, “Tanrı’dan korkmamıza gerek yoktur.” cümlesine varırız. Tanrı’dan korkmamıza gerek yoktur demek, Tanrı’ya kafa tutalım, ondan korkmayalım demek değildir. Tanrı’dan korkmamıza gerek yoktur, çünkü varolmayan bir şeyden korkulmaz. Cümlenin vermek istediği gerçek anlam budur. Zaman içinde ateizm bazen panteist düşüncelerle, bazen Tanrı’yı bir tür öz gibi kabul eden deist düşüncelerle karışmış olarak ilerledi ve 1800’lü yıllardan sonra yavaş yavaş “pratik ateizm” olarak topluma yerleşti ve kendi çizgisini çekti. Bazıları ateizmi “Allah’a inanmamak” gibi görseler de, bu çok eksik bir açıklamadır. Ateizmin inançsızlığı İslam ilahı Al-Lah ile sınırlı değildir. Bir ateist, Al-Lah’a olduğu kadar; Şiva, Krishna, YHW, Zeus, Set, Ra, Thor ve benzer milyonlarca isimle anılabilen yaratıcı modellerinin hiçbirine inanmaz. O zaman, daha genel anlamda ateizm, tanrı veya tanrılara, her tür doğaüstü yaratıcı kudrete inanmayı reddeden ve gerçekliği inanç yolu ile açıklamayı kabul etmeyen felsefî bir düşünce disiplinidir. Fakat pratikte bazı ateistlerin dahi bu tür açıklamalardan haberi yoktur. Genelde, toplumun inancına şuursuzca bir karşı çıkış olarak ateizmi bir hayat yolu edinirler. Ateizmin bu yaygın çeşidine “pratik ateizm” adı verilir. Bazı ateistler ise tanrı sorununu çok ciddiye alırlar, araştırırlar, en az bir dindar insan kadar din hakkında bilgi edinirler ve kendi karşıt argümanlarını geliştirirler. Bu tür ateizme ise “entellektüel ateizm” adı verilir. Unutmamak gerekir ki, ateizmin kendisi evren hakkında bir açıklama getirmez; fakat varolan açıklamalara karşı çıkar. Bu yönü ile ateizm bir karşı çıkıştır, eski lisan ile bir “reddiyedir.” Tanrı inancına karşı çıkışta, ateizm iki ana ekole ayrılır. Bir tanrı fikrini kabul etmeyen negatif ateizm veya zayıf ateizm. Bir tanrının varolmaması gerektiğini savunan pozitif ateizm veya güçlü ateizm. Bazen dogmatik ateizm olarak da bilinir. Nüfus açısından, dünyamızda ateizm ülkelerin gelişmişlik oranları ile paralellik gösterecek biçimde farklı coğrafyalara dağılmıştır. Genelde Avrupa kıtası, ABD, Kanada ve Avusturalya ateist insanların en çok yaşadığı yerlerdir. Bazıları Çin ve Japon kültürlerini de bunlara ekleyerek ateistlerin sayısını milyarlara çekseler de ben bu yaklaşıma katılamıyorum. Evet Çin ve Japon inançlarında, Ortadoğu tek-tanrıcılık (monoteizm) inançlarına benzer şekilde net bir tanrı modeline rastlayamayız. Hatta bunlar dinden çok yarı-dinsel öğretiler olarak bile kabul edilebilir. Ama bunların kendilerine has ritüelleri, belli kutsallıkları da bulunmaktadır. Bu konuda farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Ekonomik ve sosyal planda ateistler genelde orta sınıfa mensup insanlardır. Sakince kendi hayatlarını yaşarlar ve içlerinde yaşadıkları toplumun genel din inancı ile elden geldiğince çatışmadan varlıklarını sürdürürler. Büyük çoğunluğu özgürlüklerine düşkün, toplumsal eğilimlere hemen kapılmayan, duygularından çok akılları ile hareket eden insanlardır. Bu yüzden onları belli bir amaç doğrultusunda örgütlemek zordur. Richard Dawkins “Tanrı Yanılgısı” (The God Delusion) kitabında bu yüzden ateistleri “kedilere” benzetir. Gerçekten de onları bir yöne kanalize etmek çok zordur. Ateistler genelde pek saygı görmezler. Belli saygı ifadeleri gösterilse de dünyanın hemen her yerinde en azından bir soğukluk ile karşılanırlar. Müslüman, Hristiyan, gelenekçi Yahudi, Hindu vs her dindar için bir ateist, onların temel inançlarını tehdit eden bir unsur olarak görülmektedir. Dindarlığa genelde bir saygı gösterilmesine rağmen, ateistler bazen hiç hak etmedikleri sıfatlarla anılabilirler. Yakın tarihlerde, medyatik bir ilahiyatçımız ateistleri “şeytanın tohumu” olarak tarif etmekten çekinmemiştir. Oysa bir ateistin Tanrı ile alakası olmadığı gibi, yine dinsel bir motif olan şeytanla da alakası olamaz. Ateistlere genelde hep benzer şekilde saldırılır. Saldıranlar ister Hristiyanlar olsun, ister Müslümanlar veya geleneksel dinlerine sahip çıkan Yahudiler olsun, öne sürülen argümanlar pek değişmez. Ben bu argümanlardan bazılarını sıralayacağım ve eğer ateist olsa idim verecek olduğum cevapları da belirteceğim. Ateistler adına konuşamam; bunlar kişisel cevaplarımdır. Ağırlıklı olarak kendi toplumumuz içinde yöneltilen suçlamalara yer veriyorum. Temel suçlamalardan biri toplumun inancı ile ters düşmeye dayalıdır. “Kardeşim burası Müslüman ülke(si) / Sen de Müslüman değil misin” gibi nisbeten hafif cümlelerle başlayıp çok ağır ifadelere kadar gidebilir. Oysa bir insanın bir toplum içinde yaşaması o insanın illa ki toplumunda geçerli olan inanca katılmasını gerektirmez. Bu bir toplum baskısıdır. Bir diğer argüman elbette ki “ölümdür.” Bu tarz ifadeler de “Ölünce görürsün inkar ettiğin Allah’ı / sen ölümden korkmuyor musun / sen ateşe kaç saniye dayanabilirsin” şeklinde cümlelerle dile getirilir. Elbette ki ölümden, ateşte yanmaktan herkes korkar. Ölüm genel bir endişedir. Ama bir ateist, düşüncelerini ve davranışlarını bir takım doğaüstü korkuların yönetmesine izin vermez. Buna izin veriyorsa zaten ateist olmaz ve dine sığınır. Nankörlükle suçlanmak sanırım ateistlerin en çok karşılaştığı durumlardan biridir. “Allah seni yaratmış, bunca nimetler vermiş, O’nu inkar etmek hiç yakışık alır mı?” şeklinde telkinlerdir bunlar. Ateist kişi öncelikle onu yaratan bir yaratıcıyı kabul etmeye zorlanır, ardından nankörlükle suçlanır. Oysa ortada nankörlük falan yoktur. Ateist bir insan doğayı olduğu gibi kabul eder, onu sevebilir, hatta doğanın korunması için aktif görevlere katılabilir. Bir ateistin, kendisine yardım eden bir kişiye, doğaya, bir yemeği paylaştığı insanlara teşekkür edebilmesi, saygısını ifade edebilmesi için illa bir yaratıcıya inanması gerekmez. Kutsal diye bilinen kitaplar üzerinden yapılan suçlamalar ise, hani nerdeyse can sıkacak kadar fazladır. Kur’an ayetleri havada uçuşur. Bazı dindar insanlar her cümlede bir mucize görmeye meraklı oldukları için dayatırlar da dayatırlar. Genelde nazikçe başlayan bu tartışmalar cehennem tehditleri ile sona erer. “Akıllı Tasarımcı” hipotezi de ateistlerin karşısına hep çıkarılır. “Şu böceğe bak. Kanatları nasıl aerodinamik bir şekilde tasarlanmış. Hiç böyle mükemmel bir tasarım tesadüf eseri olabilir mi?” diyerek ateist insan o toplumun dinine bağlanmaya çağrılır. Çok farklı koldan cevaplar verilebilir. Öncelikle, evrim teorisi şuursuz, kör bir tesadüften bahsetmez. Türlerin uzun zaman dilimleri içinde ufak sapmalarla nasıl değişebilecekleri ele alınır. Hayatın iç dinamiklerinde asla şuursuz tesadüflere yer yoktur. Ayrıca “mükemmellik” göreceli bir kavramdır. Mesela insan gözü mükemmel değildir. Bizden çok daha keskin görebilen hayvanlar vardır. Ek olarak, akıllı tasarımcılar nedense hep düzgün örnekler üzerinde dururlar. Bir çiçek, bir bebek, bir böcek resmi elbette etkileyicidir. Ama dünyamızda binlerce genetik hastalık vardır ve nedense zeka özürlü olarak doğan, çift kafalı olarak doğan, çok ciddi yapısal bozukluklarla doğan insan ve diğer canlılar pek gösterilmez. Bu “mükemmel” yaratıcı onları yaratırken acaba nerde hata yapmıştır ? Tüm bunları geçiyorum. Neticede evrim bir teoridir ve elbette ki tartışılacaktır. Ayrıca her ateist illa ki evrimci bir biyolog kadar bilgili olmak zorunda değildi.r Ama daha tuhaf olanı, akıllı tasarımcı hipotezinden yola çıkılarak bir ateistin, ona çok ters gelen şeylere inanmaya zorlanmasıdır. Bak, gördün mü, bu böceğin yapısını açıklayamıyorsun; işte o zaman …. * Tanrı’nın bir insan bedeninde canlandığına, onun hem oğul hem bir kurban olduğuna, Roma otoriteleri tarafından çarmıha gerildiğine, ölümünden bir süre sonra göğe uçtuğuna, sonra farklı yerlerde görüldüğüne, hepimizin günahlarının kefaretini ödediğine, Kutsal Baba’mızın sevgisinin ancak onun aracılığı ile kalplerde doğacağına inanmalısın. * RAB YHW’nın kavmimizi seçtiğine, onu ayrıcalıklı kıldığına, savaşlarda bizim tarafımızı tuttuğuna, ele geçirilen şehirlerde erkeklerin kılıçtan geçirilip temiz bakire kadınların ganimet olarak alınmasını emrettiğine, kutsal kralımızın yüzlerce kadınla yetinmeyip gözünü bir de komutanlardan birinin karısına diktiğine, sonra Rab’bin araya girip krala “senin karını çırılçıplak soyacağım ve herkesin gözü önünde onu başkaları ile seviştireceğim” dediğine, fikrinden vazgeçip dünyadan habersiz bir bebeğin canını alarak kendince adaleti sağladığına inanmalısın. * Allah’ın önceden iki ayrı kitap gönderdiğine ve her nasıl oluyorsa bu kitapların insanlar tarafından bozulduğuna, sonra Allah’ın Mekke’de tüccarlık yapan birine melek aracılığı ile yeni bir kitap gönderdiğine, diğer dinleri boşverip sadece bu sonuncu dinden razı olduğuna, bu arada Japon, Hint, Çin kültürlerinden hiç haberi olmadığına, insanların Adem ve Havva isimli çitftten gelip ensest ilişki ile çoğaldığına, Allah’ın yaklaşık yüz bin peygamber göndermesine rağmen nedense bu insanlarla bir türlü başa çıkamadığına, öldüğün zaman iki melek tarafından sopaya çekileceğine, sırat isimli bir köprüden geçmek zorunda kalacağına, Allah’ın kendi taraftarlarına memeleri yeni sertleşmiş bakire kızlar dağıtacağına, buna karşılık sana zakkum yedireceğine, irinli su içireceğine, yakıp derini kavuracağına ve buna benzer tüm şeylere inanmalısın. Tüm bu yazılanlar sizin kulağınıza nasıl gelmekte ? Ayrıca ateistler, evrenin ve tüm varoluşun nasıl doğduğunu açıklamaya zorlanırlar. – İnanmıyor musun, açıkla o zaman bu evreni ? Hadi açıkla ! Bunu kim bilebilir ki ? Dünyamıza gelen bunca felsefeci, bilimci bile farklı farklı görüşlere sahipken, neden bir ateist böylesine zor bir soruyu cevaplamak zorunda kalsın ? O belki cevabı bilmemektedir, ama cevap olarak öne sürülen dinsel açıklamaları kabul etmeyebilir. Ateistlere yöneltilen bir diğer suçlama ise onların son derece ahlaksız, her an fuhuş yapmaya hazır, hiçbir vicdani erdemleri olmayan kişiler olduğu suçlamasıdır. Öyle ya, ahlak Allah’tan gelir. Ateist de Allahsız olduğuna göre ahlak falan aramayın. Oysa bu da bir yanılsamadır. Elbette her insan toplumunda olduğu gibi, ateistler içinde de ahlak bakımından düşük insanlara rastlayabilirsiniz. Fakat pek çoğu kendi vicdanlarının sesini dinlerler. Bir ateist de insanlara yardım edebilir, cinsel arzularını frenleyebilir, kanserli çocuklara yardım vb gibi kampanyalarda yer alabilir. Öldürülen insanlar için üzülebilir. Bazen dindarlarla kolkola girerek bir halka yapılan saldırılara karşı çıkabilir. Tüm bunların örnekleri görülmüştür. Ateistler böylesine suçlanırken, sözde kapalı ve muhafazakar çevrelerdeki bazı karmaşık seks ilişkileri hiç de gözden kaçacak gibi değildir. Kısaca, ahlak göreceli bir kavramdır ve hemen her toplumda genel ahlak kuralları dışına taşan davranışlara, bunun tartışmalarına, hatta kavga ve cinayetlere rastlayabilirsiniz. Bana inanmayanların TV kanallarındaki ana haber bültenlerini seyretmeleri yeterlidir. Bitti mi ? Hayır, çok dertliyim. Bitmedi, devam ediyorum. Bir de “saygınlık” meselesi var… Ateistlerin sesi pek duyulmamasına rağmen, dindarların sesi her zaman duyulur. Üstelik onlar daima “saygın” insanlardır; öyle ya, Allah’a inanıyorlar. Onların söylemleri her yerdedir. TV kanallarında, okullardaki ders kitaplarında, her gün yüksek sesle ilahlarının büyüklüğünün haykırıldığı camilerde, cenaze törenlerinde … her yerde. Daima bir takım inançlarına ve “hassasiyetlerine” saygı gösterilmesini isterler. Oysa bir ateistin bu kadar çok saygınlık talep edeceği kutsalları yoktur. O yüzden sanki bu toplumda hiç varlığı yokmuş gibidir. Gelin, bir karşılaştırma yapalım. Herşeyden önce, bir ateistin mutlaka savunmak zorunda olduğu doğaüstü muhteşem bir tanrısı yoktur. Belki tabiatı sevebilir veya evrenin yapısını çok merak edebilir. Ama bunlar kutsal değildirler. Dilerseniz tabiata küfür edebilirsiniz, pek umurunda olacağını zannetmiyorum. Veya sizin kafanızı bozan bir galaksiye ağzınıza geleni söyleyebilirsiniz. Galaksinin de bunu dert edineceğini düşünmüyorum. Ama dindarların ilahı çok hassastır. İnanmazsınız ateş köpürür. “Ben O’na inanmak zorunda mıyım?” diye sorarsanız bu bile ağzınıza biber sürülmesi için yeterlidir. Dindarlar sürekli olarak onun varlığını ispat derdindedirler. Karşı çıkarsanız hassasiyetlerine saygısızlık etmiş olursunuz. Bir ateistin kutsal bir kitabı yoktur. Kitap okuyabilir. Ama hiçbirini her kelimesi mutlaka kabul edilmesi gereken ilahi sözler olarak görmez. Mesela Bertrand Russel’dan “dış dünya üzerine bilgimiz” kitabını okuyabilir. Veya “Harry Potter ve Felsefe Taşı” kitabını okuyabilir. Kendi tercihidir. Fakat kalkıp da size, mutlaka bu kitabı okumalısın, Bertrand Russel’a inanmayanlar öte dünyada bunun cezasını çekeceklerdir, diye bir dayatmada bulunmayı düşünmez. Bir ateist insanları pek ayırmaz. İnsan insandır ve ancak davranışları ile değerlendirilebilir. Ama dindarlar ayırırlar. Onlar mümindir, Allah yolundadırlar. Ama diğerleri ya kafirdir, ya münafıktır, ya mürtedtir, bazıları eh işte kabul edilmesi gereken kitap ehlidir. Kimisi fasıktır, kimisi zındıktır. İnsanları ayırırlar. Siz de yeter ama deyip çizginizi koyduğunuzda sizi kendilerini dışlamakla suçlarlar. Sizin hassasiyetiniz olamaz. Daima onların hassasiyetleri vardır. Ateistlerin mübarek gün ve geceleri veya ayları da yoktur. Hiçbir ateist size, Nisan ayında aç kalmam gerekiyor, gözümün önünde yemek yersen çok ayıp edersin demez. Böyle bir sorunu da yoktur. Ateist bir insanın, kendisine bir doğaüstü güç tarafından tavsiye edilen özel bir giyim tarzı da olamaz. Bulunduğu yerdeki iklime, genel modaya, bireysel zevkine göre dilerse kazak, ceket, ince bir gömlek giyebilir. Bütün kadınlar kalın manto ile dolaşmalıdır, falanca yerleri mutlaka kapatılmalıdır tarzında bir dayatması olamaz. Ama dindarlar bunu hep dayatırlar, daima dayatırlar ve toplumda bunun hakim olması için bütün vasıtaları kullanırlar. Laf edemezsiniz. “Hassasiyetleri” vardır. Onlar daima saygındırlar. Sanırım hiç bir ateist, yüksekçe bir yere çıkıp eline hoparlör alarak “Tanrı yoktur, tanrı yoktuuuur, tanrıya inanmayın, tanrıya inanmayıııın, haydi tanrısızlığaaaaa, haydi tanrısızlığaaaa, gelin bu yolaaaaa, gelin bu yolaaaaa” diye günde 5 defa avaz avaz bağırmaz. Ne gereği var ? Ama dindarlar sürekli bağırırlar. Üstelik olabilecek en yüksek perdeden bağırırlar. Ne yaparsınız ki bu da bir “hassasiyettir.” Katlanmanız gerekir. Bir ateist olmanın ne demek olduğunu anlayabiliyor musunuz ? Tüm bunlara katlanmak ve üstüne bir de “cehennemlik, dinsiz, nankör, kafir, terbiyesiz” gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmak nasıl bir durumdur, hiç düşündünüz mü ? İnsan insandır. İyi yönleri olduğu gibi, kötü yönleri, zaafları da olabilir. Ne yazık ki, dünya üzerindeki pek çok dindar, çok emin bir şekilde, kendileri gibi olmayan her tür insanı işkenceye layık zavallılar gibi görmektedirler. Belki bir gün, dinlerin bu baskısı sona erebilir veya iyice hafifleyebilir. İşte o zaman, temel karşı çıkışını dinlerden alan ateizm de esneyecek, varlığının bir anlamı kalmayacaktır. Saygılar... |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Forrest Gump: Masumiyete Koşan Adam - 30/05/2018 |
........ |
Sodom ve Gomore Şehirlerinin Öyküsü - 01/02/2018 |
... |
Tanrı Bumba - 25/08/2017 |
Bir Orta Afrika halkı olan Boshongo kabilesinin yaratılış miti. Boshongolar, Tanrı’ya “Bumba” derler. |
Burada ve Şimdi Olan... - 01/08/2017 |
... |
Apaçi Yerlilerinin Yaratılış Miti - 22/04/2017 |
Başlangıçta hiçbir şey yoktu. Ne yeryüzü, ne gökyüzü, ne Güneş, ne Ay …sadece karanlık her yeri kaplamıştı. |
Mavi Peri - 12/02/2017 |
Biliyor musunuz, çocukluğumda okuduğum bazı çocuk romanlarının ne kadar değerli olduklarını, ne büyük bir emek ve sanat gücü ile yazıldıklarını ancak seneler sonra fark edebildim. |
Krishnamurti’yi Okumak - 02/12/2016 |
Öyle görünmekte ki, bizlerden ayrılan bu kartal kendi göklerinde uçarken, yerde, pislikler ve çürümüş yiyecekler arasında milyarlarca böcek bitmek bilmeyen iştahlarının peşinden koşacaklar. |
Samuray Savaşçılarında Çay Kültürü - 14/10/2016 |
Geleneksel Japon savaşçıları olarak bilinen Samuraylar, başlangıçta toprak ve çiftlik sahiplerini yağmacılara karşı korumak için kurulan paralı asker birlikleriydi. |
Bukowski’yi seviyorum. - 10/04/2016 |
Kimse kusura bakmasın, böyle bir adam küfürsüz anlatılamaz. Bu serseri orospu çocuğu işi biliyor. |
Devamı |