• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Prof. Dr. Doğan Göçmen
Kral Marx, Demokrasi ve Faşizm
18/07/2025
Doğan Göçmen 
Karl Marx’ın adı diktatörlüklerle, faşizmle, despotizmle ilişkilendiriliyor. Sanki Marx insanlık toplumu için büyük bir tehdit ve tehlikedir. Aydınlatmak istediği insanlık onunla korkutuluyor. Sanki herkes ondan gelecek tehlikelere karşı şartlanmış “barbarları bekler” gibi bekliyor.
Büyük insanlık ondan “dışarıdan” gelecek “tehlikeye” odaklandığı için kendisini “içte” çoktan beri iliklerine kadar sömüren, insanlığına dair her şeyini bastıran yapılara, ilişkilere, kurumlara karşı hassasiyetini yitirdiği için çoktan beri yürürlükteki asıl tehlikeleri algılamakta zorlanıyor.
Oysa Marx’ın tüm bilimsel araştırmaları, tüm yabancılaşmış ilişkilerden kurtulmuş bir toplumda özgürlüğün, eşitliğin ve dayanışmanın nasıl gerçekleşeceğini, özgür bir toplumunun tüm doğayla, hayvanlarla, ormanlarla, bitkilerle, su kaynakları ile uyumlu bir şekilde kendi kendisini en iyi nasıl yönetebileceğini keşfetmekle ve bulmakla ilgilidir. Bu nedenle insanlığın bugün dünya çapında Marx’tan vazgeçerek kendisini en iyi nasıl yöneteceğine dair tek bir soruya dahi az çok doyurucu yanıt vermesi mümkün değildir. Bunu ayrıntılı olarak gerekçelendirelim.
Çekinmeden soralım: Marx’ın düşünceleri insanlığı diktatörlüklerle, despotizmle, tiranlıklarla yok olma uçurumunun eşiğine mi sürüklüyor yoksa o, düşünceleriyle insanlığı tarihinde belki de hiç görmediği, ama kendisinde, yani modern insanlık ilişkilerinde potansiyel olarak zaten bulunan yepyeni bir demokrasiye mi yönlendirmek istiyor?
Toplumun kendi kendisini yönetmesi konusunda düşüncemiz bugüne kadar Platon’un “filozof kral” tasavvuru dolayısıyla şekillenmiştir. Devlet diyaloğunda Platon bizi ya krallar filozof ya da filozoflar kral olmalıdır ikilemi ile karşı karşıya bırakır.
Ama ister kral, filozof isterse filozof, kral olsun; en aydınlanmış kral bile, Kant’ın Büyük Friederich hakkında aktardığı gibi sonunda “bana itaat edin” diyecektir, istediğiniz hakkında istediğiniz kadar konuşun, ama itaat edin! En “aydınlanmış despotun” da sonunda söyleyeceği budur.
Platon’un büyük problemi, tüm toplumu (siteyi) yeniden yapılandırmak istese de meseleyi getirip idarecinin niteliklerine bağlıyor olmasıdır. İdareci yeterince aydınlanmış, yani kral, filozof veya filozof, kral olursa problem çözülecektir. Ama itaate çağıran filozof kral da olsa kral filozof da olsa; sonunda bakışı tahakküm ilişkilerini muhafaza etmeye yöneliktir. İtaat eden kendi aklını askıya almış birisi olabilir ancak. Fakat demokrasi ve yurttaşlık kavramları doğaları gereği kendi aklını kullanmaya çağrıdır ve akıl demek, eleştiri demektir. Yurttaş olmak, filozofun gözüyle görebilmek, aklıyla düşünebilmek demektir.
Aristoteles’in bu konudaki daha kapsamlı ve derin düşüncesi, hocasının popülaritesinin gölgesinde kalmıştır. Kabul etmek gerekir ki, “filozof kral” kavramı cezbedicidir. Aristoteles demokrasiyi reddeder, çünkü ona göre demokrasi çoğunluğun, yani halkın azınlık, yani aristokrasi üzerinde hakimiyeti anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle demokrasi, azınlık da olsa toplumun (yurttaşların) bir kesimini dışarıda bırakmaktadır. Aynı şekilde aristokrasi de azınlığın yönetimi demektir ve bu yönetimde toplumun ezici çoğunluğu politik karar süreçlerinden dışlanmaktadır. Aslında her yönetim biçimi toplunun bir veya birkaç kesimini dışarıda bırakmaktadır.
Bu nedenle Aristoteles bildiğimiz tüm yönetim biçimlerinin hepsinin en iyi yanını almamızı önerir. Böylece toplum kendi kendisini yönetirken hiç kimseyi dışarıda bırakmamış olacaktır. Filozofun umut ettiği budur. Aristoteles’in büyük problemi öyleyse toplumsal karar verme süreçlerinde bütünün nasıl sağlanacağı, hiç kimsenin dışarıda bırakılmaması sorusuyla ilgilidir. Aristoteles, bu soruyu, genel olarak yaptığının aksine ontoloji temelli bir bakış ile çözmez. Onun bu soruya dair yanıtı formaldır.ç, yani mülkiyet ilişkilerine dokunmaz.
En iyi yönetim biçimi herkesi kapsayan, hiç kimseyi dışlamayan yönetim biçimidir. Aristoteles böyle bir düzenin ancak anayasal bir düzen olabileceğini ileri sürüyor. Bizi burada Marx’ın politik görüşleri bağlamında ilgilendiren, Aristoteles’in bu konuda tanımlamış olduğu ilkedir.
Marx’ın antiklerden Herakleitos’un yanında en çok Aristoteles’i beğenirim dediğini biliyoruz. Aristoteles herkesi kapsayacak en iyi yönetim biçiminin ilkesinin, ‘yönetirken yönetenin yönetilen, yönetilirken yönetilenin yöneten olabilmesi’ olduğunu söylüyor.
Aristoteles, Platon’un sistemine içkin olan yöneten ve yönetilen arasındaki mümkün yabancılaşmaya karşı yukarıdaki herkesin kendisinde kendi zıttını barındırdığı diyalektik ilkeyi, farklılığın ve özdeşliğin bütünleştiği ilkeyi geliştirir. Bütünlük böyle sağlanır.
Bütünlük böylece hem herkesi, yani tüm yurttaşları içerecektir hem de herkes politik kararların gönüllü taşıyıcısı olacaktır. Aristoteles’in bu önerisinin Marx’ın “temsili devlet” dediği modern “temsili demokrasinin” problemlerini öncelediğini görmek zor değildir.
Temsili devlet, yurttaşları Kant’ın tabiri ile pasif yurttaşlara ve aktif yurttaşlara ayırmaktadır. Kabaca belirtecek olursak, aktif yurttaşlar politik kararları alacaktır, pasif yurttaşlar ise politik kararlara maruz kalacak, tabii olacaktır.
John Locke’a dayandırılan politik konsept çerçevesinde öngörülen bu yarılmanın kaynağı, toplumda mülkiyeti olanlar ile olmayanlar arasındaki ayrım ile ilgilidir. Bugün birkaç yüz milletvekilinin mesleğinin politika yapmak olduğu, milyonlarca yurttaşın yurttaşlık görevinin birkaç yılda bir seçime gitmekle sınırlı olduğu çağdaş politik yapılanma bu ayrıma dayalıdır. 
Fakat bu fikrin eleştirisi gecikmez. Rousseau’nun buna karşı protestosuna temel oluşturan, yurttaşın temsil edilemeyeceği fikridir. Yurttaş nasıl temsil edilir diye eleştirir. Yurttaş kimse tarafından temsil edilemez ve yurttaş kimseyi temsil edemez. Yurttaş ilkesel olarak aktiftir. Kararlaştırılan yasaların yapımında ve konmasında aktif bir role sahip olmalıdır. Yasa geneldir ve yurttaş kendisini ilgilendiren yasaların konmasının nasıl dışında yutulabilir? 
Marx’ın gençlik yıllarında koltuğunun altında Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” ile dolaştığını hatırlayalım. Marx, 1845 yılında Hegel’in Hukuk Felsefesi ile hesaplaşırken Thomas Hobbes’tan beri biriken bu problemleri beraber düşünür. Kendi çıkarlarının peşinde koşmakla yükümlü modern yurttaş diğerlerini ne kadar temsil edebilir? Aktif ve pasif yurttaş ayrımı yabancılaşmanın kaynağı değil midir? Temsil eden ile temsil edilen arasında sonunda bir tahakküm ilişkisi oluşmaz mı? Kaldı ki bugün bir milletvekili olmak için yurttaş olmak yetmemektedir. Zengin olmak da gerekmektedir. Örneğin bir işçinin ömür boyu çalışsa dahi biriktiremeyeceği kadar çok zengin olması gerekmektedir. Kapitalist sistem çoğunluk olduğu için korktuğu işçileri yönetimin dışında bırakmak için bulduğu araç budur.
Bu arada toplumun ve devletin kökenine dair sözleşmeci geleneğin karşısında tarihte mülkiyet, güç ve iktidar kavgalarını belirleyici olarak alan Machiavelli’den, Montesquieu’den, Hume’dan Adam Smith’ten Hegel’e kadar varan bir tarihsel okul da oluşmuştur. Toplumlar sözleşmeler üzerine kurulmazlar. Sözleşmeler, yani anayasalar toplumda hüküm süren güç ve iktidar kavgalarının durumunu ortaya koymaktan başka birrşey yapamazlar. 
Marx’ın politik görüşlerinin oluşmasının bir kaynağı öncelikle burada söz konusu olan üç yüz yıllık modern politik düşüncenin gelişimidir. Modern Fransız politik tartışmaları ayrıca çok önemlidir, çünkü orada Marx’ın mirasını sahiplendiği gelenek sosyalist politika geleneği oluşmuştur, orada “sosyalist politika” kavramı tartışılmış ve geliştirilmiştir.
Fakat Marx’ın politik görüşlerinin oluşmasında 1848’den sonra “sosyal cumhuriyet” sloganıyla tarih sahnesine çıkan işçi sınıfının politik talepleri de belirleyici olmuştur. Bu konuda doruk noktasını 1871 Paris Komünü oluşturur. Paris Komünü 70 gün yaşamıştır. Fakat bu 70 gün içerisinde öyle politik bir örgütlenme modeli ve politika yapma tarzı üretmiştir ki, insanlığın bunun gerisine düşmesi politikada barbarlık demek olacaktır. Modern temsili devletin alternatifi başlangıç olarak bulunmuştur. 
Paris Komünü tüm dünyayı ve tüm insanlığı kapsayan en temeldeki yaşam birimlerinden en karmaşık ilişkilere kadar komünlerin birliği olarak örgütlemek ister. Dünya tüm insanlık tarafından ortak olarak sahiplenilmelidir. Paris Komünü’nde ortaya çıkan yeni demokrasi biçimine göre mesele sadece güçler ayrımı, hukukun üstünlüğü, parlamenter işleyiş değildir.
Paris Komünü tüm karar verme süreçlerini, başta üretim ve eğitim alanı, sokaklar ve muhitler olmak üzere tüm yaşam alanlarını da demokratikleştirmek istemektedir. Paris Komünü ile laiklik kavramının içeriği dahi yeniden belirlenmiştir. Modern mistisizmin kaynağı olan mülkiyet ilişkileri öyle bir şekilde yeniden düzenlenmelidir ki, yeryüzünde mistisizme yer olmasın, laiklik dünyada tüm ilişkilerde kalıcı bir şekilde gerçekleşsin. 
Paris Komünü fabrikada sermayenin, toplumda ekonomik olarak güçlü olanın, mahallede çoğunluğun, ailede erkeğin egemenliğine son vermiştir. Eşitlik özgürlüğün ruhu, özgürlük eşitliğin çerçevesi, dayanışma ise eşitliğin ve özgürlüğün olanaklılığı olarak gerçekleştirilmiştir. Ama ne yazık ki iç ve dış gericiliğin saldırısı altında 70 gün sonra yıkılmıştır.
Marx, bu nedenle kendisini parlamenter işleyişle sınırlayan temsili demokrasiyle yetinmez. Kaldı ki pratikte temsili demokrasinin bile uygulanmadığını belirtmek gerekiyor. Bu nedenle temsili demokrasi tarihsel bir kazanım olabilir. Ama bu demokrasinin hepsi, hatta asıl demokrasi bu demek değildir. Marx’a göre tüm toplumun, fabrikalardaki ve tarlalardaki üretimin, okullardaki ve üniversitelerdeki eğitimin, sokaktaki ve mahalledeki yaşamın, aile içi ilişkilerin demokratikleşmesi gerekmektedir. Marx’ın düşüncelerine kaynaklık eden örneğin Robert Owen ve Saint-Simon gibi halk önderlerine ve filozoflarına göre, ekonomik ilişkilerden kaynaklanan çürümeler ortadan kaldırılmadan yasal düzenlemelerle hiçbir politik problem kalıcı olarak çözülemez. Marx’a göre en iyi yönetim biçimi tüm toplumsal ilişkilerin demokratikleştirilmesidir, ona göre demokrasi budur ve bu görüşten despotizm, tiranlık, kavramın olumsuz anlamında diktatörlük, hatta faşizm çıkarmak için nasıl saçma, mantıkla temellendirilmesi mümkün olmayan bir akıl yürütmesine sahip olmak gerekiyor?
Geçen yüzyılda Marx adına çok şey yapıldı. İnsanlığın yarısı onun adına kurulan devletlerde yönetildi. Onun adına birçok şey doğru birçok şey de yanlış yapıldı. Malum, tüm zengin tarihine rağmen sosyalizm henüz “çokcukluk” çağını aşmaya çalışmaktadır. Bazı büyük çarpıklıklar ve çürümeler yaşandı. Ama bunlar hiçbir zaman temsili demokraside gözlemlenenlerle kıyaslanamaz. Auschwitz kapitalist hakikatin bir ürünü olan faşizmin eseridir, sosyalizmin değil. Faşizm olduğu ve kaldığı kadarıyla temsili demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, parlamenter işleyişi de ortadan kaldırır. Buna karşın sosyalizmin eseri, tüm dünyada sömürgeciliği yıkmış olmasıdır, işçi ve emekçilerin de devlet yönetebileceğini göstermiş olmasıdır. Sosyalizmin sayesinde kadın ikinci cinsiyet olmaktan kurtulmuştur, ırkçılık ilkesel olarak tüm temelleri ile yok edilmek istenmiştir. Sosyalizmin ilk edimi aşkın mülkiyetin tahakkümünden kurtarılması olmuştur. Budur Marx’ın düşüncelerinin eseri.
Marx’ın yukarıda kısaca kaynağını, içeriğini ve çerçevesini sunduğunuz demokrasi anlayışı 20. yüzyılda yapılan bu deneyimlerle zenginleşmiştir. Bugün yalnızca parlamentonun değil, tüm yaşam alanlarının demokratikleştirilmesi problemi ile karşı karşıyayız. İhtiyacımız olan radikal bir demokrasidir -ki bugün bu ancak sosyalist içerikli bir demokrasi olarak mümkün olabilir.


50 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

DÜRÜSTLÜK, HAKKANİYET VE FİLOZOF OLMAK - 23/06/2025
Rousseau, Delfi Tapınağı’nın girişindeki gnṓthi seautón yazıtında ifadesini bulan ‘kendini bil!’ buyruğunun, en önemli ve aynı zamanda en zor olan bir buyruk olduğunu belirtir.
İnsan İnsanın Kurdu mudur? - 03/06/2025
(Thomas Hobbes'u doğru kavramak, modern toplumda insanlık halini doğru kavramak anlamına gelmektedir.)