Doğan Güneş
Vivaldi’nin Hangi Mevsimindeyiz Bilinmez
22/08/2020 Tabusal’ da Özgür Üstüner Coşkun’ un ‘Bir Tramway Geçiyor’ yazısını okudum geçen hafta.. ‘Kendimi tamir etmek için Beyoğlu’ na gidiyorum bu aralar. Sadece faydalı bir alışkanlığı elden bırakmamak adına değil’ diyor giriş bölümünde... İşte sözcükler böyledir, bir kere ağızdan çıktı mı gerçek birer kimlik kazanır, kendi rollerini üstlenirler.. Sizde onların gerçekliğini yaşarsınız. Beyoğlu’nu düşündüm. Kaç zaman oldu rotamızı şaşırıyoruz böyle. Bir ülkeden bir iç ülkeye göçün izdüşümleri gibi şimdi bu kadim semt. Hislerimiz, düşüncelerimiz, kendimiz belirlediğimiz yazgımız hangisi ne zaman yaralar bizi bilemeyiz.. Hangisi daha çok acıtır, hangisi daha isyana teşvik eder, hangisi metanete yönlendirir, kişiye, zamana, olaylara göre mi değişir?.. Her defasında duygularımızla yaralanır, düşüncelerimizle başkaldırır, yazgımızla kanarız.. Ya da hiçbiri ayrılmaz birbirinden.. Her biri bir diğerinin sebebi, sonucudur.. Yanılgılarımız için kimimiz kararlarını sorgular, kimimiz başkalarını yargılar, kimimiz doğrudan yazgısını suçlar.. İnsan yine de en büyük çatışmasını toplumla yaşar. Köhnemiş ‘toplumsal’ algısıyla. Tramwayın kampana sesleri ile bir başka düşün ardına düşüyordum. Yine böyle bir Cumartesi Hazzopulo’nun arka caddesinde yüksekçe bir yerden Su ile Balat’ a bakıyorduk.. Sabah aydınlığı hafif hafif o geniş ve ıssız caddeyi koyulaştırıyordu. Su, bir mektup uzattı bana. Okudum… Okudum... Okudum… Bir ara rüzgar sigara yakacağımı anlamış gibi büyük bir nezaketle esmesini kesmişti.. Havada Su’ nun ağzından çıkan sırları bütün gizemini koruyarak uçuşuyor sonra ağır bir balyoz gibi Haliç’ te bitiyordu.. Ben, insan bu dünyaya salt Su’ yu sevmek için gelmeli diye düşünüyordum. Su başı omzumda çığlık, çığlık ağlıyordu. Gözleri şişmişti. Ben ona ağlama diyemiyordum. Sen ağlarsan ben bu dünyanın cinneti olurum, sen ağlarsan ben bu şehri yakarım diyemiyordum. Su, bak yıldızlar da gitti sabah olacak hadi kalk, kalk. Bir birimize yaslanarak doğruluyoruz. Rüzgar önüne alıp savuruyor bizi. Bodoslama giriyorduk gecenin içine.. Beyoğlu’n da eski bir sokakta son kez sarıldık birbirimize.. Her yanımız ağlamayla dolup taşmıştı.. Elindeki fesleğeni uzattı bana ve gitti.. Bir dağ, bir yumruk olmak belki bu hayatın bize yüklediği bir sorumluluktu fakat su olmayı, çiçek olmayı ertelemek kaçınılmaz hüzünleriydi yaşamın.. O gitmişti.. Güneş ülkesine giderken elindeki çiçeği bende bırakarak.. Emirgan’ da suda giden tekneleri izledim bir süre.. Küçük balıkçı teknelerine yük gemileri, onlara tur tekneleri eşlik ediyordu.. Hepsi birden geçmiyorlardı aksine, ilginç bir ahenk vardı aralarında.. Biraz uzaktan devasa yük gemileri geçiyor, onlar gözden kaybolmaya yakın iki katlı turistik tekneler geçiyordu.. Küçük tekneler ise aralarından süzülerek ilerliyordu.. Turistlerin telaşlı bir şekilde el sallamalarına gülümsedim.. Emirgan’ da suda giden tekneleri izlerken yanımda olmanı diledim.. Sonra düşündüm, acaba konuşacaklarımız kaç vapur doldurur diye.. Kollarımın arasında fesleğen, vapurda koklaya koklaya sürdü yolculuğumuz.. Karşımda bir kadın, önce fesleğene bakıyor sonra bana.. Göz göze geldikten sonra ellerini fesleğene uzatarak ‘dokunabilir’ miyim dedi.. Hafifçe başımı sallıyorum.. Sonra yanımda oturan takım elbiseli, orta yaşlı olduğunu düşündüğüm bir adam hafifçe fesleğene dokundu gülümseyerek.. Ben o ana kadar hiç birinin farkında değildim.. Az sonra etrafımdaki herkes Kollarımın arasındaki fesleğene dokunmak için bir birleriyle yarışmaya başlamıştı.. İnsanlar ellerini önce fesleğene titreşim yapıyor sonra avuç yaparak burunlarına çekiyorlardı.. Sanki kucağımda sevimli bir çocuk varmış da gelen geçen sempatik buldukları çocuğun başını okşuyorlar.. Bir ara her taraftan üzerime doğru eller uzanıyordu.. Kendimi sadaka isteyen çekingen bir dilenci gibi hissetmeye başlamıştım.. Hiçbir eli geri çeviremiyordum, uzanan her ele tebessüm ediyordum.. Zavallı fesleğen.. O kadar hırpalandı ki eve döndükten sonra saatler sürdü onu eski canlılığına kavuşturmam.. Eve döndüğümde kanepeye uzandım.. Bir süre uyumuştum.. Uyandım, yorgundum…Korkunç bir ağırlığı atar gibi üzerimden doğruldum.. Hem aklımda hem ellerimde fesleğen.. Sehpanın üzerine bıraktım ve oturup bir süre seyrettim.. Temmuz’ u çağıran bir kokusu vardı.. Kokladım, içim yandı.. Bir intikam gibi duruyordu.. Parmaklarımı köklerinde dolaştırdım.. Yapraklarında sonbahar esintisi.. Ellerim uyuştu.. Kollarıma saatlerce biri yatmış gibiydi.. Bir süre odanın içinde dolaştıktan sonra açık pencereden caddeyi izledim.. Burnumda sıcacık bir çay kokusu.. İncecik bir yağmur başlamıştı.. Sıcak çay kokusuna telaşlı toprak kokusu karışıyor.. Bazen yalnızlığı hayal gücü, hayal gücünü de yalnızlık besliyor.. Dışarda gremeri bozuk bir çağ, sehpamda fesleğen, oda da kumral bir hüzün, duvarda bir yazı; Hayat senden vazgeçmedikçe yenilmezsin, gülümseyişin güçlü kılıyor seni.. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Hayat/ patolojik bir eğlence - 18/09/2023 |
Gelişigüzel bir kentte, sağımızda yol boyu palmiyeler, küçük sarı, yeşil bitkiler, hafif meşrep ayçiçekleri.. |
Çok şey değil... - 23/05/2023 |
Çok şey değil / bir esinti / bir yaprak kıpırtısına bakıyor her şey |
İnceltilmiş Bir Çağda ‘Nitelikli İyilik’ Yeniden Keşfedilir mi?- 1 - 17/05/2021 |
... |
SUYA ŞİİR - 19/12/2020 |
SUYA ŞİİR / KUŞLARA UMUT / BALIKLARA PUL OLMAK DİLİMİZDE BÜYÜK DÜŞLERİN ŞARKILARIYLA |
Hayat Belki de Gitmekten İbarettir - 06/11/2020 |
Çoğumuzun aklında, fakat pek azımızın anlamsızca, batmakta olan gemiyi hemen terk etmeyi tercih eder. |
Her Kent Biraz Hüzün Biraz Umuttur - 18/09/2020 |
Bir aleve sarılmak mümkün mü? Bir uçurumun kenarında durup da |
Orantısız Bir Çağdayız- 1) - 07/08/2020 |
.................. |
Bazı Düşler Boy Verir Mavi Göğün Altında - 25/07/2020 |
Gündüz düşleri geceleri alt yazı geçiyor gözlerimden. |
Doğaçlama Bir Sevinçtir Temmuz - 03/07/2020 |
Doğaçlama Bir Sevinçtir Temmuz |
Devamı |