Doğan Güneş
Bazı Düşler Boy Verir Mavi Göğün Altında
25/07/2020
Gündüz düşleri geceleri alt yazı geçiyor gözlerimden. Gövdemde kum saati, kafamın içinde saatin iki uyumsuzu durmadan zamanı anımsatıyor. Kulaklarımı tıkasam deniz fenerleri ışığını yakıp duruyor. Bütün ayrıntılarını deniyor hayat. Kendi sorularıma hazırlıksız yakalanıyorum. Yarım kalmış bir öyküde buluyorum kendimi, bastırılmış ne varsa arta kalan, mısra mısra, imge imge, düğüm düğüm yanıtsız kalan ne varsa…
-Temmuz’da dört güzel Cumartesi/ durmadan yapraklarını açacak/ Üzerime salkım saçak kokular yağacak/ Işıl, ışıl/ saçlarım rast makamı Dehşet bir gülüş dolacak gözlerinden gözlerime- Hayta bir sevinçle dolup taştım. Akşamüstü böyle tuhaf bir hisle Uzun uzun yürüdüm. Eski bir banka oturdum... Düşündüm, düşünürken baharın ilk kelebekleri Başımın üstünde uçuşuyordu. Kelebeklerin tek gün ömürlük olduğunu hatırlayacak durumda değildim. Dalgındım. İçimden bir ses, sevdiğim güleç bir resmin beni çağırmış olabileceğini söyledi... Bir tanesi her zaman üzerimdeydi, çıkarıp uzun uzun seyrettim. Parmaklarımı fotoğrafın saçlarında gezdirip tekrar cebime koydum. Hafifçe doğrulup ayağa kalktım. Yoluma devam ettim. Dünyanın bütün sokakları aynı şehre çıkıyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Püsküllü elbisesiyle gitar çalan bir güleç yüzlü annemin sevdiği şarkıyı eşliksiz söylüyordu. Nasıl tek başına söylenir söylenir ki bu şarkı diye düşündüm. Yanına oturdum. Başını hafifçe öne eğip gülümsedi. Bir süre sonra gitarı bana uzattı, şarkıya devam etmesini sonrasında Bende bir şeyler çalabileceğimi söyledim. Öyle içten, öyle kırılgandı ki konuşmamaya yeminli gibiydi. Şarkı bitince ikimizde kalakaldık. Birbirimize bakıyor fakat hiç konuşmuyorduk. Bir süre sonra konuşmak için girişimde bulundum. Hiçbir şekilde yanıt alamıyordum. Bir türlü iletişim kuramıyorduk. Konuşma yetisinden olabilir mi diye düşünerek işaret diliyle konuşmaya Çalıştım... Yine bir sonuç alamadım. Anlaşılan konuşmamayı seçmişti. Çantamdan kâğıt kalem çıkartıp yazmaya başladım. Kâğıda durmaksızın yazdım ve uzattım ona. Uzun süre yazdıklarımı okudu. Elimdeki kâğıdı ve kalemi aldı, yazmaya başladı. Öyle ki, bir yandan yazıyor Bir yandan da konuşuyordu. Gitarı çalmaya devam etmesem, dursam o da susacaktı. Tellere yavaşça dokunup adeta konuşmasına fon yapıyordum. Sonra sustu ve ayağa kalktı, gitarı yavaşça kılıfına koydu, ‘Her şey birden bire, her şey yeniden iyi olabilir mi’ dedi ve gitti. Sözcükler bitti… O, bir karanlıktan başka bir karanlığa doğru yol alırken üzerimde saatlerce bir sözün en naif, en çıldırasıya hasreti rengarenk sokaktan süzüle süzüle doluyordu içime. Bir gün sonra yine rastlaştık. Ve diğer gün, sonraki günlerde de.. Beni nasıl tek atışta öldürebilir ki hayat!.. … Yaşamak her zaman var olmak gelmiyor. Penceremin pervazını tıklatan incecik rüzgâr yasemin kokularıyla nasıl geldiyse öyle gidiyor. Dışarda yaprak kıpırdamıyor. Yeryüzünden gökyüzünce sevmek bir mucizedir bu çağda. Çünkü dünya uzaklaşıyor kendinden bile. Makul isteklerimiz fazla geliyordur belki de bu dünyaya. Gelecek geçmişten çok daha iyi olabilir mi? George Sand: ‘Gelecek geçmişten çok daha güzel olabilir’ derken kim bilir nasıl bir derinlikteydi. Belki ortaçağ müziğidir bu kulağımıza değen tını. Fakat ürpermek çare değil. Renklerin duygusu lazım bize… Doğmamış bir çocuğu öpmek duygusu gibi… ‘Gelecek geçmişten çok daha iyi olabilir’ diyen George Sand haklı olabilir mi? Derler ki insan, çaresizliğe karşı kişiliğinde bir çeşit yüceliği besler. Öteden beri insanın en sarsılmaz inanışıdır bu. Çıldırasıya tutunduğumuz hayat bize zevkten ölümler sunuyor bazen, ama en çokta eğlencesini buruk bir tat bırakarak yapıyor. Çünkü bir tek insan denen varlık hazin bir çelişkiler bütünüdür. Buda ironisidir hayatın. ‘Gelecekten geçmişten iyi olabilir mi? Şu anda içimdeki ses öyle bir sırrı paylaşıyor ki öl dese ölebilirim. Öyle ikna oluyorum ki bu sözlere anlatamam. Oysa düşlediğim sırada anlatım bozukluğunu kekeme bir figürana verirken yere düşen replikleri topluyorum. Yani öyle ki, çerden çöpten hayallerimle sevinçliyim. Aklımın en rasyonel, en fütursuz ve sade şekliyle söylemeliyim ki, bir şehir çağırsa koşar gideriz, üzerimize bir şey almak geçmez aklımızdan. Cumartesigüncesi-Temmuz-20
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Hayat/ patolojik bir eğlence - 18/09/2023 |
Gelişigüzel bir kentte, sağımızda yol boyu palmiyeler, küçük sarı, yeşil bitkiler, hafif meşrep ayçiçekleri.. |
Çok şey değil... - 23/05/2023 |
Çok şey değil / bir esinti / bir yaprak kıpırtısına bakıyor her şey |
İnceltilmiş Bir Çağda ‘Nitelikli İyilik’ Yeniden Keşfedilir mi?- 1 - 17/05/2021 |
... |
SUYA ŞİİR - 19/12/2020 |
SUYA ŞİİR / KUŞLARA UMUT / BALIKLARA PUL OLMAK DİLİMİZDE BÜYÜK DÜŞLERİN ŞARKILARIYLA |
Hayat Belki de Gitmekten İbarettir - 06/11/2020 |
Çoğumuzun aklında, fakat pek azımızın anlamsızca, batmakta olan gemiyi hemen terk etmeyi tercih eder. |
Her Kent Biraz Hüzün Biraz Umuttur - 18/09/2020 |
Bir aleve sarılmak mümkün mü? Bir uçurumun kenarında durup da |
Vivaldi’nin Hangi Mevsimindeyiz Bilinmez - 22/08/2020 |
Beyoğlu’nu düşündüm. Kaç zaman oldu rotamızı şaşırıyoruz böyle. Bir ülkeden bir iç ülkeye göçün izdüşümleri gibi şimdi bu kadim semt. |
Orantısız Bir Çağdayız- 1) - 07/08/2020 |
.................. |
Doğaçlama Bir Sevinçtir Temmuz - 03/07/2020 |
Doğaçlama Bir Sevinçtir Temmuz |
Devamı |