25/02/2020
Çingene mahallesi...
Doğup büyüdüğüm yere böyle deniliyordu. Mahallemiz aslında görünmeyen sınırlarla ikiye ayrılırdı. Çingene mahallesi ve Sürmeneliler. Bizim evimiz çingene mahallesinin sınırları içerisinde kalıyordu. Onun için pek çok kez ayrımcılığa maruz kalmıştık.
Tüm olumsuzluklara rağmen, babam güçlü sağlam bir insandı. Her konuda becerikli oluşu insanların yardımına; dostmuş düşmanmış demeden koşması. Yapayalnız hayatımızda bize çok sağlam güzel dostluklar kazandırmıştı.
Babam yetimhanede büyüyen biri olarak içinde ukdeler kalmış biri annem ise evlatlık verilmiş, böylece büyüyüp genç kızlığa adım atar atmaz evlendiği için tecrübesiz.
Bu muhteşem ikili evlatlarına her zaman olamasalar da, ellerinden geldiği kadar cefakârdılar. Bir halamı bildim akraba olarak, gelip giden.
Her bayram sabahı mutlaka bizde olurdu. Ama biz en çok komşularımızda yaşadık “Aile bağlarını”. Mürüvvet abla Ali ağabey, Selahattin ağabey, Kadriyle abla Mustafa ağabey, Emine abla Hasan ağabey, Sebahat abla, Fatma abla ve Hüseyin ağabey… Bir araya gelip baş başa verdik miydi? Önümüze çıkan maddi manevi hiçbir engeli tanımazdık.
Öyle lüks kefelerde, kaçak sevgililer gibi veya eller gibi bayramdan bayrama zoraki bir araya gelip yapmacık gülümsemelerle zoraki bayram kutlanmazdı bizde. Veya telefonla birbirimizi çağırmayı aramayı önemli bir durum dışında samimiyetsiz ayıp kabul eder ekseri yüz yüze görüşür, iletişim ağımızı daima sıcak tutardık.
Bir gün o güzel günleri belgesel gibi anlatacağım asla yaşanmaz şeyler olacaklarını hiç düşünmemiştim. Kan bağı olan hem de bayağı yakından bağlı olan aile bireylerinin şu zamanda birbirlerine yabancı gibi olduklarını düşünürsek oldukça özel birikimlermiş yaşadıklarım. Geçtiğimiz kış bir yavrumu daha dünyaya getirmenin heyecanını, sevgili eşimle yalnız geçirdik nerdeyse. Bir Allah kulu, kapımızı tıklamaz hadi ondan da geçtim telefon açmaz mı? Yalnız kardeşler, o kadar.
Sonra doğal olarak uzaklaşınca bir de vefasız etiketini şılap diye yapıştırmıyorlar mı? İnsan sinir oluyor! Kardeşim ben daha iyisini yaşadım ya biliyorum biraz da olsa.
Örneğin biz komşularımızla bir araya geldiğimizde dertleşmekle kalmıyor, çözüm de üretiyorduk. Mürüvvet abla ile Ali ağabeyin spastik bir kızları vardı mesela.
Senelerce uğraşmış maddi yetersizlikten, ona uygun bir araba alamamışlardı. Çocuk kucaklarda taşımaktan vücudu yamuk kaynamıştı.
Bizim mahalleye ilk taşındıklarında babam daha henüz hiç tanımadığı bu insanlara üzüldüğü için sabaha kadar uyumamıştı. Ertesi günü komşularla toplanıp para toparladı. Tabi yeterli değildi. Garaja gittiğinde babam otobüs şoförü idi. Binlerce şoför ile kampanya başlattı ve bir hafta gibi kısa bir zamanda arabayı alıp aileye teslim etti. Ali ağabey ile eşi Mürüvvet ablanın sevinç gözyaşları, aklımdan hiç gitmedi.
Onlarla öylelikle tanışmıştık. Kısa sürede geniş ailemize dâhil oldular. Biz çocuklar olarak halimizden çok memnunduk. Zira Mürüvvet abla çok güzel yemekler yapıyordu. Sonra çok akıllı ve tecrübeli bir insandı.
Yıllarca gözleri körlük derecesinde bozuk olmasına rağmen, engelleri olan bir yavruya bakarken o engelleri yıkmayı başarmıştı. Onun güçlü karakteri bizim hayatımızı da etkiliyordu.
Birimizin parası çalınır, birimiz işten kovulur. Diğeri evinden taşınır. Kimimizin evi yanar. Bizler et ile kemik gibi daima sımsıkı kenetlenirdik her seferinde birbirimize. Selahattin ağabeyin kasap arabası vardı. Altın kasap diye bir yerde çalışıyordu. O zamanlar tavuk kanatları çöpe atılıyor. Kimse yüzüne bakmıyor diye, patronu bedavaya kasalarla verirdi. Selahattin ağabey sayesinde, epey kanat yedik.
O meşhur kapalı kamyonetin tek kapısını çıkarıp, hava alır hale getirir. Sonra da, cümbür cemaat et kokuları içersinde pikniğe denize giderdik. Her şey doğal ve muhteşem güzellikteydi. Ellerinde tabletler telefonlar oyun oynamaktan beyni yanmış çocuklar değildik bizlerde. Büyüğümüzü büyük, küçüğümüzü küçük bilir saygıda kusur etmez ,küçüklerden sevgimizi ilgimizi büyüklerden saygı ve hürmetimizi esirgemezdik.
Şimdi maalesef çeşit, çeşit meşgaleler çıktı. Ne için? Kolaylık olsun diye, diye birliğimizi doğallığımızı yitirdik.
Efendim yılda iki bayramda bir araya gelinecek de, insanlar evi batmasın, fazladan iş çıkmasın, aman külfetlerle meşgul olmasın diye, taaa bilmem nerden nereye, kahvaltı etmeye gelecek. Kimse kimseyi tanımıyor. Ne derdi var bilmiyor.
— Ne o?
—Aile toplantısı!
Tam trajikomik. Sonra bende geçmişi geçmişte bırakacağım ve hiç yaşanmamış gibi önüme bakacağım öyle mi?
Gel de, kulaklarını çınlatma o güzel yılların anıların.
İyi ki yaşamışım…
Selam ve Sağlıcakla